30 Eylül 2010 Perşembe

Kışın kilo almamak için dikkat etmemiz gerekenler

Kış aylarında vücut ve metabolizma kendini koruma altına almıştır ve daha yavaş çalışmaya başlar. Kışın yeme ihtiyacı artan kişi çok fazla karbonhidratlı yiyecekler yeme ihtiyacı duyar. Terleme de çok az olduğundan dolayı metabolizma hızı minimumdur. Bu yüzden bu dönemde dikkat edilmezse kilo artışı kaçınılmaz hale gelir.
Soğuk havalara karşı bağışıklık sistemi, hastalıklara (grip, soğuk algınlığı, bronşit gibi) karşı kendini korumak için yağ yıkımını engeller. Bu durumda kış mevsimini sağlıklı geçirmek için bağışıklık sistemini biraz daha güçlendirmek gerekmektedir. Memorial Hastanesi’nden Diyetisyen Yeşim Çelik, güçlü bir savunma mekanizmasının temelinde yeterli ve dengeli beslenmenin yer aldığını belirtiyor. Kış aylarında metabolizmanın yavaşlamasına ek olarak fiziksel aktivitenin azalması da kilo artışına neden olmaktadır. Hormonal değişimlere bağlı olarak sindirim sisteminde kabızlık gibi problemler oluşabilir.

Güne sıkı bir kahvaltı ile başlayın
Metabolizmanızı iyi çalışır duruma getirmek için mutlaka güne kahvaltı yaparak başlamanız gerekmektedir. İyi bir kahvaltı ile güne başlamak sizin hem direncinizi koruyacak hem kilo kontrolünde siz yardımcı olacak hem de metabolizma hızınızın yavaşlamasını engelleyecektir.
Susamadan da su için
Yazın sıcaklar nedeniyle rahatlıkla içtiğimiz suyu kışın rahatlıkla tüketemeyiz. Su vücudumuzdaki bütün metabolik reaksiyonların temel direğidir. Kışın su kaybımız daha az olduğu için susama hissimiz azalır, ancak su ihtiyacımızı yine de karşılamamız gerekmektedir. Kışın metabolizmanızı çalıştırmak için susamasanız bile günde 2-2,5 ( 10-14 bardak) litre su tüketilmesi gerekmektedir.
Siyah çay ve kahve yerine bitki çayıyla içinizi ısıtın
Soğuk hava nedeniyle kışın favori içecekleri genellikle sıcak içeceklerdir. Sıcak içecek olarak genellikle kafein- tein içeriği yüksek olan çay- kahve tercih edilmektedir. Bu konuda bizim önerimiz bitki çaylarını tercih edilmesidir. Kuşburnu çayı C vitamini içerdiği için, rezene çayı gaz sorunlarına iyi geldiği için tercih edilebilir.
Greyfurt, lahana ve maydanoz kış hastalıklarından korur
Kış hastalıklarından korunmak, savunma mekanizmamızı güçlendirmek için de A ve C vitamininden yeterli beslenmek gerekir. Kış sebzeleri ve meyveleri de bu konuda bize yeterli oranda A ve C vitamini sağlayacaktır. Narenciye ( portakal, mandalina, greyfurt ) , havuç, kivi, lahanagiller ( karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası ) , yeşil yapraklı sebzeler (maydanoz, tere, ıspanak ) A ve C vitamininden zengin besinlerdir.
Gerek günlerin kısalması gerekse havaların soğuması ile birlikte fiziksel aktiviteler azalmaktadır. Lifli besinlerin tüketiminin de azalması sonucu kabızlık sorunu kendini göstermektedir. Bu nedenle kış mevsiminin vazgeçilmez yiyeceklerinden kuru baklagillerin, kepekli tahılların (esmer ekmek, bulgur, kepekli makarna / pirinç / erişte / un) ve özellikle C vitamininden zengin sebze ve meyvelerin tüketimine ağırlık verilmelidir.
Yağı, şekeri azaltın
Kış yaklaştıkça, vücudumuz ısı değişikliğine uyum sağlayabilmek adına harcadığı enerjiyi düşürür. Azalan fiziksel aktiviteye paralel olarak yağ ve şeker tüketimi de kısıtlanmalıdır.
Haftada 2-3 kez balık yiyin kalp ve kemik sağlığınızı garantiye alın
Kış mevsiminde güneş yüzünü daha az gösterdiğinden, D vitamini gereksinmesini karşılamakta sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu nedenle havanın güneşli olduğu günlerde 20-25 dakika kadar güneş ışığından direkt olarak yararlanmaya (hafif tempolu yürüyüşler olabilir) ve haftada 2 - 3 kez balık yiyerek kalp sağlığınızı korumaya ve kemiklerimizin de güneşin eksikliğini ( D vitamini yetersizliği ) daha az hissetmesini sağlayabilirsiniz.
Tatlı sizi ısıtmaz!
Uzun süreli açlıklardan kaçınılmalıdır. Enerji ihtiyacının karşılanması için fast food ya da yağdan, şekerden zengin gıdalara yönelmek doğru değildir. Kış mevsiminin soğuk günlerinde “Tatlı yersem ısınırım” mantığından vazgeçilmeli, gün içerisinde yeterli ve dengeli beslenerek vücudun ısı dengesinin korunması sağlanmalıdır.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Soğuk Algınlığı ve Grip’de Doğru Beslenme

Sağlıklı yiyecekler soğuk algınlığı ve gripten korunmak ve atlatmak için yardımcı olmaktadır. Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek istiyorsanız bu yazıyı okuyun.

İlk olarak meyve ve sebze öneriliyor. Örneğin: bir portakalda, magnezyum, potasyum, B6 ve C vitamini bulunmaktadır ve antioksidan açısından zengindir. Gripte genelde turunçgiller tüketilir. Sağlıklı ve güçlü bir bağışıklık sistemi için de C vitamini şarttır. Tamamiyle besinler hastalığı engellemez fakat büyük ölçüde katkıları vardır.
Sebzeler de A ve E vitamini içerdiğinden yararlı olmaktadır. Özellikle kış aylarında, günde 5 porsiyon meyve ve sebze tüketilmelidir. Böylece günlük, mineral, kalsiyum, lif ve antioksidan ihtiyacımızı karşılamış oluruz.
Bunun yanında su ve gerçek meyve suyu tüketmenin de faydası bilinmektedir. Taze meyve ve sebze seçilmelidir. Dondurulmuş ürünlerden, bezelye, mısır, fasülye yemeklerde kullanılabilir. Her öğüne bir meyve ya da sebze eklenmelidir. Örneğin kahvaltıda çilekli gevrek ya da muz tüketilebilir.
Bir bardak portakal ya da greyfurt suyu idealdir. Öğlen, üzüm, elma yanında domatesli, peynirli bir sandviç tüketilebilir. Avokado, marul, salata, sebze çorbası, armut hoşafı gibi gıdalar soğuk algınlığına iyi gelmektedir.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Protein Deposu Yumurtanın Faydaları

Yumurta protein içeren bir besindir, içeriğinde yoğun enerji, vitamin, protein ve yağ barındırmaktadır. Bir yumurtadaki kolesterol miktarı 212 mg’dır ve 6 gram protein içerir. Kolesterolü yüksek olan kişiler kısıtlı tüketmelidir, çünkü günlük kolesterol tüketimi 300 mg’dır. Her gün bir adet yumurta, karaciğer, kan-yağ düzeylerini tehlikeye düşürmez. Özellikle çocuklar kahvaltıda mutlaka tüketmelidir. Sabah kahvaltısında bir yumurta yenmelidir, günün ilerleyen zamanlarında sizi tok tutacaktır.
Yumurta birçok önemli besin maddelerini içerir:

Kolin: Vücudun tüm sağlıklı hücre zarları için gerekli olan homosistein düzeylerini aşağıda tutmaya yardımcı olmaktadır. Kolin ayrıca zihinsel fonksiyonlar ve hafıza için önemlidir.
Selenyum: Vücudunuzun güçlü bir bağışıklık sistemi için gereksinim duyduğu bir mineraldir ve güçlü bir antioksidandır.
B Vitamini: Folik asit ve B2 vücudunuzun yemek yiyecek hale dönüştürmek için ve enerji almak için gereklidir. Folat ayrıca homosistein düzeylerini düşürür ve doğum kusurlarının önlenmesi için önemlidir.
A Vitamini: A Vitamini, iyi derecede görme, genel hücre büyümesi ve sağlıklı bir cilt için önemlidir.
E Vitamini: İyi bir antioksidandır ve C vitamini ve selenyum ile virüs ve mikropların vücuda zarar vermesini önlemektedir.
Lutein: Lutein ve Zeaksantin ile A vitamini yumurta sarısında bulunur. Lutein ve Zeaksantin gözünüzün retina ve yoğunlaşmış makula dejenerasyonunu önlemeye yardımcı olacaktır.
Gördüğünüz gibi, yumurta iyi beslenme için çeşitli maddeler içerir. Bir yumurtada beş gram ile yaklaşık 80 kalori vardır, bunu akılda tutmak ve yağ ve kalori alımını izlemek gerekir. Her gün bir yumurta iyidir, ancak üç veya dört yumurtayı her gün yemek çok kilo aldırabilir.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Gıdaların Kalori Düzeyleri - Yiyecek Önerileri

Kalori diyet planları ve doğru beslenme için önerilen gıdalar son yıllarda yanlış bildirilmektedir.
Bu makalede gerçeklerle yüzleşeceksiniz. Günlük kalori alma miktarı %16 seviyesinde olmalıdır. Günümüzde erkekler 2500 kalori alırken kadınlar 2000 kalori almaktadır.
Fakat yediğimizden fazla egzersiz yapmamız gerekmektedir. Aksi halde tüm kalori vücutta kalır ve atılamayan yağlar obeziteye kadar gidebilir.
Beraberinde kalp hastalıkları, kolesterol gibi sorunları da getirir. Günde fazladan bir hamburger yediğimizde 400 kalori birden almış oluruz. Düzenli bir diyet listesi ve ardından egzersizle her şeyi yola sokmak mümkün.

Bazı yiyeceklerin kalori düzeyleri şu şekildedir.
(100 grama göre)
Yoğurt-100
Süt-70
Beyaz peynir-300
Kaºar peyniri-400
Yumurta(1 adet)-80
Biftek-280
Tavuk-132
Salam-450
Somon-170
1 dilim ekmek-100
1 dilim kepek ekmek-60
Haºlanmış makarna-85
Haºlanmış pirinç-125
Taze fasulye-90
Karnabahar-32
Ispanak-26
Badem-600
Ceviz-550
Ayçiçeği-560
Kiraz-40
Üzüm-57
Çilek-26
Bu gibi kalori listelerini dolabınıza asın ve dolabı açmadan önce bunu okuyup 2 kere düşünün. Gerçekten de o pastayı yemek istiyor musunuz, oysa ki bir elma ya da biraz kiraz yiyerek te tatlı ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Kolesterol Tedavisi ve Kolesterol Diyeti

Doktorunuz size kolesterol sorununuz var dediği anda ilaç tedavisine başlamak aşırı tehlikeli, dikkat edin ! Yazıda okuyacağınız diyet programı kolestrolünüzü kontrol altına almanızı sağlayacak profesyonellikte !
Genellikle insanlar kolestrolün kalp ve damar hastalarında çıkan bi’ sorun olduğunu düşünsede, kilo problemi olanlar, alkol ve sigara kullananlar, şeker ve tansiyon hastası olanlarda kolesterol şikâyetiyle karşılaşabilir.

Kimler kolesterol ilacı kullanmalı?
Kalp krizi geçirmiş insanlar, geçici beyin atağı, felç, kalp damarlarında kolesterol sebebiyle daralma olan kişiler, stend takılı veya daha önce stend takılmış hastalar, bypass ameliyatı geçirenler, yakın ailesinde kalp krizi geçiren ve diyabetli kişilerin çok olduğu bir ailenin ferdi olanlar ciddi risk grubuna girdiği için kolesterol ilacı kullanabilir.
Kolesterol insana neler yapar?
• Gözaltında oluşan siyah halkalar
• Ağızda acı tat
• Bas ağrısı ve basta ağırlık hissi
• Görmede bulanıklık
• Baş dönmesi
• Hazımsızlık ve iştahsızlık
• Yorgunluk ve stres
• Uykusuzluk
• Sol kolda ve kalp üzerinde hissedilen ağrılar
Kolesterolü Dengeleyen Beslenme
Beslenme şeklinin değiştirilmesi ve uygun bir beslenme planıyla kolesterol sorunundan kurtulabilirsiniz. Doymuş yağlar ve trans yağlardan uzak durulmalı. Düşük yağ oranlarıyla beslenmek kolesterolü dengeler. Zeytinyağı, omega–3 bulunan balık, ceviz ve sebzeler, elma, yulaf gibi tahıllar, süt ve süt ürünleri, sarımsak… Gibi besinler kolesterolü normal değerlere çekiyor.
Kolesterol ilaçları sanıldığı gibi büyük yan etkilere sahip olan ilaçlar değildir. Fakat riskli durumlar hariç, kolesterol ilaçsızda tedavi edilebilir.
Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Selenyum İçeren Gıdalar ve Kalp Hastalığı

Selenyum içeren gıdalar, kolesterol ve kalp hastalığı riski taşıyor mu, diyette önerilen bu gıdaya ne kadar güvenmeliyiz?
Mineraller kandaki kolesterol düzeyini yüzde 10 artırabilir. Yüksek kolesterol de arter daralmasına, krize ve felçe yol açabilir.

Selenyum, vücut bağışıklık sistemi, tiroid fonksiyonu ve üreme için önemli rollere sahiptir. Ayrıca vücudun antioksidan savunma sisteminin bir parçası, zararlı moleküllerden hücre ve dokuları koruduğu da bilinir.
Bazı kanıtlar selenyumun, anti-kanser özelliklerine özellikle prostat kanseri başta olmak üzere sahip olduğu hakkındadır. Önerilen günlük alım miktarı erkek için 60 mg, kadın için 75 mgdır. Selenyumun doz aşımında ise ortaya ciddi sorunlar çıkmaktadır.
Aslında alınması belli miktarda gereken bu element, doz aşımında şu sorunlara yol açar. Cilt, saç ve tırnak kaybı, kolesterol hastalığı, kalp hastalığına yol açar. Gerektiği kadar alındığında hiç bir sorun yaratmamaktadır.
Selenyum içeren gıdalar:
Brezilya kestanesi, kümes hayvanları, deniz ürünleri ve et gibi gıdalarda yer alır. Soğan, sarımsak, kırmızı biber de selenyum bulunan yiyeceklerarasındadır. Yulaf ve esmer pirinç de önemli miktarda sağlayabilir.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Kandaki Şeker Seviyesi ve Kontrol Yöntemleri

Yüksek kan şekeri, şeker hastalığı gibi çeşitli ciddi hastalıklara yol açabilir. Kandaki şeker seviyesini belirlemek, düzenli kontrol ile olur, sağlık için gereklidir.
Öncelikle artıran kaynağı tespit etmek ve bir daha onu kullanmamak ilk şarttır.
Genellikle tüketilen gıda glikoza dönüştürülür. Kana karışarak tüm vücuda yayılır. Vücuttaki glikoz düzeyini koruyamazsak enerji salgılar ve pankreas üzerinde aşırı insülin üretilir.

Kan şekeri seviyesini düşük tutmak ve riskleri ortadan kaldırmak için 5 ipucu şöyledir.
Dengeli Beslenme. Bu seviye en etkili bir diyet ile kontrol altında tutulur. Yulaf ezmesi, soya fasülyesi, bezelye, yer fıstığı sınırlanmalı, bol sebze ve meyve alınmalıdır.
Egzersizler.
 Ağır egzersizle olumsuz sonuç verirken, kandaki şeker seviyesini normal seviyede tutmak için yürüyüş ve hafif sporlar yeterli olacaktır.
Diyabetik vitamin ve takviyeler. diyabetik şeker seviyesi çoğunlukla çinko veya krom eksikliği nedeniyle bozulur. Tavuk, sardalye ve tarçında bolca çinko bulunur. Fazla alındığında seviyeyi düşürür. Normal alınmalıdır.
Su ve diğer içecekler. Bol su, kafeinsiz kahve, kırmızı şarap, yeşil çay içmek kandaki şeker seviyesini en iyi şekilde düzenleyen kaynaklarıdır.
Düzenli uyku. Vücuda glikozu etkili bir şekilde işlemeye yardımcı olur.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Diyette Yumurtanın Önemi - Yumurta Diyette Neden En Önemli Gıdadır ?

Yumurta, en popüler ve besleyici gıda olmasıyla bilinir, kahvaltıda, öğle yemeğinde ve akşam yemeğinde yenilebilir. Her zaman yiyebiliriz. Sarı ve beyaz kısımlardan oluşur ve sarı kısmı yağ kombinasyonunu beyaz kısmı ise proteini içerir.

Fakat gerçekte yumurtalar, yalnızca bu iki kısımdan oluşmamaktadır. Protein ve yağ dışında, A, D, E, B1, B2, B6, B12 vitaminlerini de içerir. Demir, çinko, kalsiyum, iyot, selenyum içerir. Çocukların gelişimi için çok önemli bir besindir.
Yetişkinler için de faydalıdır fakat fazlası kolesterol düşmanıdır. Bu vitaminlerin yararlarını yumurtadan direkt olarak alabiliriz. A vitamini cilt ve vücut gelişiminde faydalıdır. B1 vitamini protein ve yağdan enerji üretir.
B6 vitamini protein metabolizmasını destekler. B12 sinir dokularını ve kan hücrelerini düzene sokar. Vücudun en iyi ihtiyacını D vitamini karşılar. Kalsiyum emilim oranını artırarak kemik kuvvetlendirmeye yardımcı olur.
Demir, kırmızı kan hücreleri yapımında gereklidir, vücudun bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olur ve hastalıklara karşı savaşır. Çinko iyi bir enzim dengesidir.
Cinsel olgunlaşmada gereklidir. Kalsiyum müthiş bir kemik ve diş kuvvetlendiricidir. Kadın ve çocuk gelişiminde kalsiyumun önemi büyüktür. İyot, tiroid problemlerinde önemlidir. Tiroid hormonlarını kontrol eder. Selenyum ise hücreleri korur.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Radyoaktif Maddeler ve Sağlığa Zararları

Atom çekirdeklerinin bir dış etki olmaksızın kendiliklerinden ışıma yapmalarına ve bu tür ışıma yapan atomlara da radyoaktif atom adı verilir. Radyoaktif atomların çekirdekleri kararsızdır. Radyoaktif ışınlar canlı hücrelerine etki ederler.
Başta kanser olmak üzere birçok hastalığa sebep olurlar. Nesiller boyu kalıtsal bozukluklar meydana getirebilir. Şimdi bu bozunma türlerini sırasıyla inceleyelim. Düşük seviyeli radyasyonun tek belirgin sağlıksal etkisi sonraki kuşaklarda görülen genetik sakatlıklara sebep olmasıdır.
Genellikle genetik bozukluklar olarak adlandırılan bu sakatlıklar, renk körlüğünden, mongolizm gibi ciddi hastalıklara kadar çeşitlilik gösterir. Bazı kişiler, radyasyonun iki başlı çocukların doğmasına; insan altı ya da insanüstü canavarların ortaya çımasına neden olacağına inanırlar.
Durum kesinlikle bu değildir; çünkü insanlık daima doğal radyasyona maruz kalmış olmasına karşın, hiçbir zaman bu tür vakalar görülmemiştir. Bazı kişiler de radyasyon kaynaklı genetik etkilerin insan soyunu yok edeceğine inanırlar.
Ancak bu da yanlıştır. Yani radyasyonun yol açacağı herhangi bir kötü özellik, sonuçta yok olacaktır. Nükleer endüstrinin genetik etkileri, ancak insanın doğal kaynaklardan aldığı radyasyondan sadece yüzde bir kadar daha fazla radyasyon etkilenimine yol açtığı hatırlandığında en iyi şekilde anlaşılabilir.
Doğal radyasyonun da, normal olarak karşılaşılan genetik bozukların sadece %3’ünden sorumlu olduğu düşünülmektedir.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Alzheimer Hastalarına Yararlı Besinler

Her bitkinin kökleri kendine özgü bir yapıya sahiptir. Köklerin içerdiği bazı maddeler, o bitkinin yapraklarının, saplarının ve hatta çiçeklerinin içerdiği etkin maddeleri bulmamızda anahtar vazifesi görür.
Havucun köklerinde asetilkolin maddesi bulunmaktadır. Asetilkolin beyin hücrelerinde bulunan bir maddedir. Bu maddeye nöro aktarıcı da denilmektedir.
Asetilkolin seviyesinin, Alzheimer hastalarında düşük olduğu bir çok klinik deneyler ile ortaya konmuştur. Havuç, sinir sistemi ile ilgili olarak doğrudan etkili bir çok değişik etkin madde içermektedir.

Özellikle seksüel hormonlar doğrudan sinir sisteminin kontrolünde olan hormonlardır. İleri yaşlarda algılama gücü giderek zayıflar. TSHS kürü (taze sıkılmış havuç suyu) aynı zamanda algılama gücünü mükemmel bir şekilde artırır.
TSHS kürünü uygulayanlar aynı zamanda da algılama güçlerinin artığını hissedebileceklerdir. Alzheimer hastalığına karşı taze sıkılmış havuç suyu kürünün önleyici etkisi çok çok yüksektir. TSHS, Alzheimer hastalığına karşı çok yönlü olarak etkisini gösterir.
Önleyici gücünün arkasında yatan etkenlerden bir tanesi frataxin proteininin artışını sağlamasıdır. Başlangıç aşamasındaki bir Alzheimer hastasının TSHS kürü ile tamamen sağlığına kavuşması mümkündür.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Vejeteryanlar İçin Yiyecek Önerileri

Bilindiği gibi vejetaryenler kırmızı ve beyaz et yemez, hiçbir hayvan ürününü tüketmez. Sebze ağırlıklı beslenirler. Bu durumda sağlıklı ve lezzetli öneri vermek bize düşer. Fıstık ve somon protein ve yağ ihtiyacını karşılar.

Şekersiz krema karbonhidrat için uygundur. Badem ve ayçekirdeği de bir seçenektir. Yeşillikler, sebze ve salatalar zeytinyağı, keten tohumu yağı takviyesi ile alındığında tam olarak ihtiyacı karşılamış olur. Düşük karbonhidratlı bir mayonez ile de alınabilir.
Vücuttaki metabolizmayı desteklemek ve oksijen kullanımını sağlamak için keten tohumu yağı günde 15 gram almak şarttır. Zeytinyağı da 16 gram alınarak kötü kolesterolü düşürmeye yardımcıdır.
Vejeteryanlerin tüketeceği gıdalar genelde şöyledir
Hellim peynirli salata, sebze çorbası, peynirli ya da sebzeli börek, buğday salatası, közlenmiş patlıcan, zeytinyağlı bezelye, yeşil mercimek, makarna, cevizli gözleme, enginar dolması şeklindedir.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Soğuk Algınlığı ve Gribe Karşı Koruyan 5 Besin

Havaların soğumasıyla birlikte dönemsel grip mevsimi başlar, bulaşıcı hastalık olduğundan iyi korunmak gerekir. Bunun için yararlı 5 besin öneriliyor. Bunlar, ıspanak, ay çekirdeği, kuzu eti, kırmızı biber ve mantar. Grip olabilecek risk taşıyan kişiler kendilerini korumalıdır.
Tedavi merkezleri çok önemli tavsiyeler ve bilgiler vermektedir. Ellerin iyice ve sık sık yıkanması, insanlarla mesafeli durulması, tokalaşmamak, öpüşmemek gibi. Bağışıklık sisteminizin görevi vücudu, bakteriyel veya viral enfeksiyonlara karşı korumaktır.

Bağışıklık sistemi vücudu 3 değişik yöntemle korumaktadır: bakteri ve virüslerin vücuda ve cilde girmesini önleyecek şekilde bir bariyer oluşturur. Bakteri ya da virüs vücuda girdiyse, onu yerleşmeden ve çoğalmadan algılar ve uzaklaştırır.
Eğer bakteri ya da virüs yerleşmiş ve sorunlara yol açmaya başlamışsa bağışıklık sisteminiz onu çıkarmaya çalışır. Bağışıklık sistemini güçlendirmek her daim korumak gerekir. Bunun için de iyi beslenmeliyiz.
Fakat geçici moda diyetler ya da kötü bir beslenme hastalıklara davetiye çıkaracaktır. Sağlıklı ve az kalorili sebze ve meyve tüketmeliyiz. Bağışıklık sisteminin A, C, E vitaminlerine, çinko ve selenyuma ihtiyacı vardır.
Ispanak çok besleyicidir. %377 A vitamini, %30 C vitamini, %20 E vitamini ihtiyacınızı karşılar. Ay çekirdeği %90 E vitamini ve 200 kalori karşılar. Diğer saydıklarımız ise selenyum ve çinko ihtiyacını karşılar.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Proteinlerin Hayatımızdaki Yeri ve Önemi

Proteinler vücudumuzdaki her hücrenin bir parçasını oluştururlar. Vücudu canlı ve sağlıklı tutmak için birçok farklı görevi ve işlevi vardır. Kanıtlanan verilere göre, protein, kas, kemik, deri, hücre, tendomlar, göz, saç ve diğer dokuların onarımında rol alır.

Enzimlerin çalışması, metabolizma, sindirim ve diğer önemli süreçler için gereken hormonu sağlamaktadır.
Vücutta enfeksiyon oluştuğunda, hastalıkla mücadele etmek ve bağışıklık kazanmak için, antikor oluşmasına yardımcı olmaktadır.
Protein miktarını artırmalıyız. Vücutta enerji depolamak için proteinli gıdalar tüketilmelidir. Vücudun farklı proteinlere farklı işlevler için ihtiyacı vardır. Yaklaşık 20 adet amino asit proteinin yapı taşını oluşturur. Bunlardan 9’u temel amino asitlerdir.
Temel olanları vücut üretir, dışarıdan almaya gerek yoktur. Genelde protein, kırmızı ve beyaz ette, tavuk, balık gibi, süt ve süt ürünlerinde bulunur.
Pişmiş etteki protein miktarı %15 ila %40 arasındadır. Daha sonra, baklagiller, fasülye, bezelye ve fıstıkta çok protein miktarı çoktur.
Eksik proteinlerin tamamlayıcısıdırlar. Geri kalan protein grubunu da meyve ve sebzeler, bitkisel ürünler, tahıllar ve fındıktan alabilirsiniz. Her öğünde bunlar yenmek zorunda değildir fakat, bu temel gıdaların kombinasyonunu öğünlere yayabilmeliyiz.
Et ve süt ürünlerini az yağlı hatta yağsız seçmeye özen gösterin ki, sindirimi kolay olsun ve az kalori versin. Proteinlerin yapabileceği kalori en fazla %10 %15 tir. Vücuttaki amino asitler parçalanır ve yenilerine dönüşür.
Protein akışı gerçekleşir. Diyet yapanlar için protein diyetleri mevcuttur. Fakat eti kimse fazla kaçırmamalıdır. Uzun vadede protein diyeti yapılamaz aksi halde ağır hastalıklara yol açabilir.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Kozmik Maranki salatası Tarifi

Malzemeler
Mevsim sebzelerinden yapılmalı!
Mevsiminde olmayan sebzeler kesinlikle kullanılmamalıdır!

Tarif
Lahava, havuç, kırmızı, pancar, turp, ıspanak, kereviz kullanılır. Bıçak kullanmadan elinizle kopararak doğrayın.
Üzerine zeytinyagı, limon, nar ekşisi, soya sosu ve elma sirkesi(kilosu olanlar için, kolesterol için)
Sarımsak, zencefil rendelenebilir üzerine.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Gdo Nedir ? Hangi Ürünlerde Vardır ?

Son günlerin en çok konuşulan konularından biri de genetiği değiştirilmiş organizmalar; nam-ı diğer GDO. Biz de sizler için araştırdık; GDO tam olarak nedir, zararları nelerdir ve kendimizi bu gıdalardan nasıl koruyabiliriz?
GDO, genetik mühendisliği ile bir canlıya başka bir canlı türünden gen aktarılması ve bu şekilde yeni bir canlı organizma yaratılması anlamına geliyor. Gen aktarılan canlının DNA’sı değiştirilmiş oluyor ve bu şekilde kendi türünde olmayan özellikler ediniyor.
GDO yöntemiyle elde edilen bitkiler, ilaçlara ya da zararlılara karşı daha dirençli oluyor. Bu da kimyasal böcek ilaçlarının kullanılmasını azaltıyor. NTV’de yer alan bilgiye göre günümüzde mısır ve pamuğun zararlılara, soya ve kanolanın böcek ilaçlarına, papaya ve kabağın da virüslere karşı dirençli olmasında GDO teknolojisi kullanılıyor.

GDO hangi ülkelerde üretiliyor?
Halen yetiştirilmekte olan transgenik ürünlerin yetiştirildiği ekim alanlarının % 99’un ABD, Arjantin, Kanada ve Çin’de yer alıyor.
ABD ‘de işlenmiş gıdaların yüzde 75’i GDO’lu ürün içeriyor. Yapılan araştırmalarda, Amerkian vatandaşların çoğu GDO içeren ürünler hakkında resmi kuruluşlara güvendiği, AB vatandaşlarınınsa daha çok sivil toplum kuruluşları ile üniversitelere itibar ettiği görülüyor.
Türkiye’de GDO
Yine NTV’de yer alan bilgiye göre; herhangi bir denetim olmadığı için Türkiye’de ne kadar alanda GDO’lu ürün yetiştirildiği bilinmiyor. Bununla birlikte biyogüvenlik yasası geçtiğimiz ay çıktığı için genetiği değiştirilmiş bitkilerin kontrolsüz biçimde Türkiye’ye girdiği ve gıda sanayiinde yıllardır kullanıldığı biliniyor. Yapılan bir çalışmaya göre Türkiye’de satılan 800’e yakın gıda maddesi, GDO içeriyor.
Hangi ürünlerde GDO var?
Soya ve mısır nedeniyle birçok gıdada GDO’lu ürünler kullanılıyor.
Soya: sucuk, salam, sosis gibi kırmızı etin kullanıldığı yiyecekler, etsuyu tabletleri, fındık-fısık ezmesi, çikolatalı ürünler, çeşitli unlu mamüller, süt tozu, hazır çorbalar ve hayvan yemlerinde kullanılıyor.
Mısır: nişasta bazlı tatlandırıcılar yoluyla gazoz, kola ve meyve suları, mısır yağı, bebek mamaları, hazır çorbalar ve hayvan yemlerinde kullanılıyor.
Yararları ve zararları
NTV Bilim’de yer alan araştırmaya göre:
GDO’nun yararları
* Genetik mühendislik ürünlerin besleyiciliğini artırıyor.
* Böceklere ve hastalıklara karşı daha dayanıklı ürünler elde ediliyor.
* Daha bol miktarda ürün elde edilmesi mümkün.
* İstenilmeyen durumlarda müdahale daha kolay.
* Böcek ilaçlarının kullanılmasını azaltıyor.
* Oldukça çok ve sıkı test ediliyorlar.
* Şirketler müşteri isteği ve güvenliğine göre hareket etmek zorunda.
GDO’nun zararları
* Pek çok bilim adamına göre insan sağlığına zararlı.
* Hedef olan ürün hariç diğerlerinde nasıl bir etki yaptığı bilinmiyor.
* Geleneksel metodlar pratik olarak halen başarılı olarak görülüyor.
* GDO’lu ürünlerin tohumları çevreye karışıp doğal ürünlerin yapısını bozabilir.
* Böceklerin olumsuz etkilenmesiyle tüm ekosistem çökebilir.
* Biyo çeşitliliği tehlikeye sokuyor.
* Biyolojik kirliliğe neden oluyor.
* Büyük şirketler küçük çiftçilerin iflasına neden olabilir.
* Tüm insanlığa ait olan bir materyal olan DNA’nın özelleştirilmesi endişe yaratıyor.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

29 Eylül 2010 Çarşamba

Alerji Yapan Yiyecekler Nelerdir ? Hangi Besinler Daha Sağlıklı ?

Besin alerjisinin her çocukta görülebileceğini söyleyen Dr. Nilüfer Toprakçı, astım, saman nezlesi gibi alerjik hastalıkları olan veya ailesinde bu tarz hastalık öyküleri olan kişilerin, besin alerjisi için daha fazla risk taşıdıklarını belirtiyor.
Ayrıca, Dr. Toprakçı’ya göre önceden alerji yapmayan bir gıda, hayatınızda bir gün karşınıza yeni alerji nedeniniz olarak çıkabiliyor. Bu alerji bir iki yıl içinde kaybolabileceği gibi ömür boyu da devam edebiliyor.
Hangi besinler alerjik?
Tüm gıdaların alerjiye yol açabileceğini belirten Dr. İlkay Keskinel, alerjiye en çok neden olan besinleri yumurta, soya, fındık-ceviz, balık, süt olarak sıralıyor.
Hangi besine karşı alerjiniz olduğunu, şüphelendiğiniz besini tek başına, diğer besinlerle karıştırmadan tüketerek saptayabilirsiniz.
Besin Alerjisi Belirtileri
Dr. Toprakçı, alerji belirtilerini şöyle sıralıyor:
*
Dudaklarda, ağızda, boğazda aşınma, şişlik, kızarıklık
*
Ciltte döküntü
*
Bulantı, kusma, ishal
*
Aksırık, burun akıntısı
*
“Anafilaksi” denilen ciddi alerjik reaksiyonlarda nefes tıkanıklığı, bilinç kapanması
*
Bebeklik çağında aşırı gaz sancısı, çok ağlama, ishal, huzursuzluk, büyüme geriliği
Besin Alerjisi Tanısı Nasıl Konur?
Dr. Nilüfer Toprakçı, çocuklarda olabilecek besin alerjisi tanısının, anne babanın dikkatli gözlemleriyle çoğu zaman konulabildiğini, gerek çocuklarda gerekse de yetişkinlerde doktor kontrolü altında yapılan kan veya cilt testleriyle de alerjinin nedeninin saptanabildiğini belirtiyor.
Besin alerjisi kilo aldırır mı?
Sağlıklı yaşam ve kilo kontrolü konusunda uzmanlığından faydalandığımız Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, “besin alerjisi kilo aldırır mı?” sorusuna kesin olarak “hayır” yanıtını veriyor. Dolayısıyla alerji yapan gıdaların yenmemesinin kilo kontrolüne bir gram bile fayda sağlamayacağını söylüyor. “Gıda intoleransı (duyarlılığı) testlerinin sonuçlarına göre kilo vermeyi düşünüyorsanız lütfen vazgeçin! Çünkü alerji uzmanları ve dahiliyeciler, gıda intoleransı testlerinin doğruluğuna bile inanmıyor” diyor.
Besin Alerjisi Tedavisi
Hem yetişkinler hem de çocuklar için en iyi alerji tedavisinin, alerjiden sorumlu olan gıdadan uzak durmak olduğu konusunda hemfikir olan uzmanlar, çocuklar için çocuk doktorunun önereceği bazı ilaçlara da gereksinim duyulabileceğini belirtiyorlar. Dr. Nilüfer Toprakçı, yetişkinlere, “Eğer belli gıdalara alerjisi olan bir çocuğunuz varsa, gıda etiketlerini inceleme konusunda deneyim kazanmanız gerekecektir” diyor.
Çocuklar besin alerjisinden nasıl korunabilir?
Dr. Hayriye Aygar, gıda alerjisinin çocuklarda, yetişkinlere göre daha yaygın görüldüğünü, 0-1 yaş aralığının, besin alerjilerinin en sık görüldüğü yaş grubu olduğunu söylüyor. Dr. Aygar’a göre en çok alerji yapan besin inek sütü. Yumurta, soya, fıstık, balık, kabuklu deniz ürünleri, buğday da alerjiye neden olan diğer besinler.
Dr. Aygar, besin alerjisi riskli bebeklerin korunması için yapılabilecekleri şöyle sıralıyor:
*
Anne sütü alan bebeklerde besin alerjisi, astım daha az görüldüğünden, anne sütü verilmesi, anne sütü yoksa doktor önerisiyle hipoalerjenik formül mamalarla bebeğin beslenmesi,
*
Emziren annenin diyetindan alerjik besinlerin çıkartılması,
*
Ek gıdaya geçişin geciktirilmesi,
*
İnek sütü, yumurta akı, fındık, fıstık ile balıkların geciktirilerek bebeğe verilmesi,
*
Özellikle aile öyküsünde alerji varsa bu besinlere en erken 1-2 yaşında başlanması gerekiyor.
İnek sütü alerjisinin yüzde 85 oranında 3 yaş civarında tamamen kaybolduğunu söyleyen Dr. Aygar, soya ve yumurta alerjisinin de geçici olduğunu, ancak balık ve fıstık alerjisinin ömür boyu kalabileceğini hatırlatıyor.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Gebelik Döneminde faydalı Besinlerin Önemi

Eğer gebelik döneminde sağlıklı ve dengeli bir beslenme alışkanlığı edinirseniz hem kendiniz için hemde bebeğiniz için en büyük iyiliği yapmış olursunuz.Bu yüzdengebelik döneminde sıvıyı bol miktarda alıp doktorunuzun verdiği besinleri tükettiğiniz vakit en sağlıklı bir şekilde gebeliği geçirebilirsiniz.

Eğer bu şekilde dengeli beslenmeye dikkat ederseniz normal sınırlar içinde kilo almak, sağlıklı bir gebelik dönemi geçirmek, sağlıklı bir bebek doğurmak ve doğum sonrası formunuzu korumak için beslenmeyle ilgili size düşenleri tümüyle yerine getiriyorsunuz demektir.
Gebelikte beslenme, anne adaylarının üzerinde önemle durmaları gereken bir konudur. Sağlıklı ve kaliteli bir gebelik dönemi geçirmek, gebeliğe özgü belirtileri yaşamamak ya da daha az yaşamak, bebeğinizin potansiyeli olan kiloya ulaşmasını ve dünyaya yeterli besin depolarını oluşturmuş olarak gelmesini sağlamak, rahat bir lohusalık dönemi geçirmek, lohusalıkta bebeğinize vereceğiniz sütünüzün kaliteli olmasını sağlamak için gebelik öncesinden gelen beslenme alışkanlıklarınızı gebelikte tekrar gözden geçirmeniz önemlidir. Gebelik döneminde beslenme konusunda atacağınız her olumlu adım mutlaka hem size hem de bebeğinize yararlı olacaktır.
Son aylarınızda olsanız bile beslenme konusunda yapacağınız iyileştirmeler en azından doğacak bebeğinizin doğum sonrası ilk altı aylık dönemde ihtiyacı olan demir ve vitamin depolarını oluşturmasını sağlar.Gebelik dönemi; günlük kalori, alınması gerekli sıvı, protein, vitamin, mineraller, temel ve eser elementlerin ihtiyacının arttığı bir dönemdir. Bu artmış olan ihtiyacı karşılamak için vücudunuz size çoğu durumda yol gösterecek ve açlık-tokluk merkezlerinin gebeliğe uyum sağlamak amacıyla değişen işlevleri sayesinde bu ihtiyaçlarınızı karşılamış olacaksınız.
Gebelikte önerdiğimiz beslenme şekli, tüm temel besin maddelerinden herbirinin yeterince ve düzenli olarak alınması şeklindedir. Temel besin madddelerinin şekerler ve yağ miktarı yüksek gıdalar hariç her birinden hergün belli miktarlarda mutlaka alınmalıdır. Şekerler ve yağ miktarı yüksek gıdalar (yağların temel besin maddeleri içinde önemleri büyüktür, burada kastedilen aşırı “yağlı” yiyeceklerdir) ise besleyici özellikleri düşük ve kalorileri yüksek olan gıdalardır ve size ve bebeğinize yararları yoktur.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Haftada 3 Kilo Ver !

1 haftada yani 7 günde 3 kilo vermek istermisiniz ? Evet dediğinizi duyar gibi oluyoruz. O zaman iyi dinleyin ve not alın.
Sabah
Bir dilim kepek ekmeğine sürülmüş yağsız peynir, yanında bir tane domates ya da greyfurt ve bir bardak taze sıkılmış meyve suyu.
Öğle
Bir porsiyon yağsız tavada kızartılmış sebze ızgara.
Akşam
Bir adet kepek ekmeğiyle hazırlanmış doma­tesli, biberli, peynirli tost.
Ara öğünler
(65 kaloriden az)
kayısı
elma
portakal ya da greyfurt
şeftali.
hepsi bir tane.
Not: Bu kalori değerlerinde başka menülerde hazırlayabilirsiniz kendinize.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Kış aylarında hastalıklardan korunmanın yolları

Kış aylarında hastalıklardan korunmanın yolları
İşte yapmanız gerekenler…

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Seraceddin Çom, havaların soğuması ile birlikte beslenme şeklinde değişiklikler olduğunu belirterek, kış mevsiminde tüketimi artan yağlı ve şekerli besinlere karşı uyardı.
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Seraceddin Çom, ANKA’ya yaptığı açıklamada, havaların serinlemesiyle birlikte sağlıklı ve dengeli beslenme konusunda alınacak önlemlere ilişkin uyarılarda bulundu. Çom, hava sıcaklığının değişmesinin özellikle grip ve soğuk algınlığı gibi enfeksiyon hastalıklarının görülme sıklığında artışa neden olduğunu belirterek “Grip ve soğuk algınlığından korunmak için bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekir.
Kış mevsimini hissetmeye başladığımız şu günlerde yeterli ve dengeli beslenmenin sağlanması sağlığımızın korunması açısından önem taşımaktadır” dedi. Kış mevsiminde havaların soğuması ile birlikte beslenme şeklinde değişikliler olduğunun altını çizen Çom, “Genellikle yağlı ve şekerli besinlere eğilim artmaktadır. Kış aylarında kapalı ortamlarda daha fazla vakit geçirilmekte, fiziksel aktivite yoğunluğunda azalma olmaktadır” dedi. Çom şunları söyledi:
“Kış mevsiminde fiziksel aktivitenin az olması, gecelerin uzaması nedeni ile televizyon başında fazla zaman geçirilmesi ve besinlerin atıştırılması gibi nedenlerden dolayı vücut ağırlığında istenmeyen yönde değişiklikler olabilmektedir. Genellikle yaz aylarında dikkat edilmeye başlanan kilo kontrolü, kış aylarında yerini ihmalkârlığa bırakır. Birçok insan, kalın giysiler içerisinde kilolarını daha rahat saklayabileceklerini düşünerek, sağlıklı beslenme alışkanlıklarından uzaklaşırlar. Oysa, kış aylarının en belirgin hastalıklarından olan grip ve nezleden korunabilmenin yolu sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenme ile mümkündür.”
-“BOL BOL SEBZE VE MEYVE TÜKETİN”-
Yaşamın her döneminde yeterli ve dengeli beslenmenin sağlığın korunması için esas olduğuna işaret eden Çom, yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:
“-Bu nedenle, dört besin grubunda bulunan çeşitli besinler en az 3 ana ve 3 ara öğünde yeterli miktarlarda alınmalıdır.
-İmkanlar dahilinde her gün mevsiminde bol meyve ve sebze tüketilmesi önerilmektedir. Kış aylarında vücut direncini artırmak ve vücuda yeterli miktarda vitamin ve mineral alınmasını sağlamak için sebze ve meyve çeşitlerinden yararlanılması gerekmektedir. Savunma sistemini güçlendirici özelliği olan A ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerden zengin, havuç, brokoli, kabak, lahana, karnabahar, maydanoz gibi sebzelerin yanı sıra kış aylarında bolca bulunan portakal, mandalina, elma, greyfurt gibi meyvelerin tüketimi önemlidir.
-Gerek C vitamini ihtiyacının karşılanmasında gerekse de sıvı alımına katkı sağlaması açısından taze sıkılmış meyve sularının tüketilmesi de önemlidir. Meyve sularının tüketiminde önemli olan sıkıldıktan hemen sonra tüketilmesidir. Çünkü meyve suyunun bekletilmesi C vitamininin azalmasına neden olmaktadır.
-E vitamini de bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde etkilidir. Soğuk algınlığı ve diğer enfeksiyonlara karşı vücut direncini arttırmakta, A vitamininin okside olmasını da engellemektedir. E vitaminin iyi kaynakları olan; yeşil yapraklı sebzeler, fındık ceviz gibi yağlı tohumlar ve kuru baklagillerin yeterli miktarlarda tüketilmesi önemlidir.
-Kış aylarında mahrum kalınan güneş ışınları, vücudun D vitamini gereksiniminin karşılanamamasını neden olmaktadır. Kemik ve diş sağlığı açısından önemli olan D vitamini, güneş ışınlarıyla deri tarafından üretilen bir vitamindir ve besinlerde pek fazla bulunmaz. D vitamininin yanı sıra balık, beyin fonksiyonlarının gelişimi için gerekli çoklu doymamış yağ asitleri (omega 3), kalsiyum, fosfor, selenyum ve iyot mineralleri ile E vitamini için de iyi bir kaynaktır. Bu nedenle kış aylarında imkanlar dahilinde haftada 2-3 kez yenilmesi önerilmektedir.
-Kış aylarında genellikle meydana gelen beslenme alışkanlıklarının başında, daha yağlı yiyecekleri tüketmeye olan eğilimdir. Yağ tüketimine özellikle dikkat edilmeli, katı margarin ve tereyağından kaçınılmalı, yoğun yağlı etlerden uzaklaşılmalıdır.
-Kış aylarında vücut ağırlığı kontrolünün sağlamasında; basit karbonhidrat olan saf şeker ve şekerli besinler yerine kepekli ekmek, makarna, bulgur gibi tam tahıl ürünlerinin tüketilmesine özen gösterilmesi, enerjisi yüksek hamur tatlıları yerine sütlü tatlılar, meyve tatlılarının tercih edilmesi, hareketsizlik nedeniyle artan sindirim problemlerinin önlenmesinde posa içeriği yüksek kuru baklagillerin tüketilmesi (haftada 2-3 kez) ve düzenli fiziksel aktivite yapılması önemlidir.
-Vücut ısısını dengede tutabilmek için bol sıvı alımı gerekmektedir. Yeterli sıvı alımı vücutta oluşan toksinlerin atılması, vücut fonksiyonlarının düzenli çalışmasında, metabolizma dengesinin sağlanmasında ve vücutta pek çok biyokimyasal reaksiyonun gerçekleşmesinde son derece önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle, her gün en az 2-2.5 litre su içilmeli, sıvı alımının karşılanmasında ıhlamur, adaçayı, kuşburnu çayı, açık çay gibi içecekler tercih edilmelidir.”


Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Seçilmiş Etkili Özel Diyet Yemek Tarifler

Uzmanlar, "Sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için gıda güvenliğine dikkat edin" uyarısında bulundu.
Yaz aylarında aşırı sıcaklar ve rutubet nedeniyle hızla bozulan gıdalar, zehirlenmeye varan pek çok sağlık sorununa yol açabiliyor. Gıda güvenliğinin çok önemli olduğunu söyleyen Acıbadem Labvital Gıda Kontrol Laboratuvarı Mesul Müdürü Veteriner Hekim Işıl Selmin Ünsal, "Sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için gıda güvenliğine bu sıcak havalarda da dikkat etmeliyiz. Aldığımız gıdaların hazırlanmasından saklanmasına kadar her aşamasında gıda güvenliğini düşünmeliyiz" dedi. Ünsal, şu tavsiyelerde bulundu.

BUZDOLABI AYARLARINA DİKKAT!
Besinlerin hızla bozulmamaları için buzdolabının serinliği +4 derece olmalı. Yaz mevsiminde buzdolabının kapağını daha sık açıp kapatacağınız için dereceyi düşürerek buzdolabınızın soğutma kapasitesini artırın. Buzdolabınızı fazla besinlerle doldurmamaya ve kapların arasında hava akımı olmasına da özen gösterin. Aksi halde hava içeride rahatça dolaşamaz ve bunun sonucunda yeterli soğutma sağlanamaz.
RAFLARA NASIL YERLEŞTİRMELİ?
Uygun koşullarda saklanan gıdaların mikroorganizma bulundurma ihtimalleri çok azdır. Ancak çok iyi yıkanmış olsalar bile; çiğ olan et, kanatlı ve deniz ürünlerinde mikroorganizmalar çok hızlı gelişebilir. Bu besinlerde düşük sıcaklıklarda üreyebilen ve hastalık etkeni olan çok önemli mikroorganizmalar bulunabiliyor. Dolayısıyla çiğ tavukları açık ya da ambalajı bozulmuş bir şekilde üst raflarda saklarsanız, üzerinde çeşitli zararlı mikroorganizmalar üreyebilir, daha da kötüsü yerçekiminin etkisi nedeniyle alt rafta bulunan besinlere de bulaşabilir.
DONDURUCUDAKİ GIDALAR DA BOZULABİLİR
Sıcaklığı ne olursa olsun, gıdaların bozulmasındaki en önemli faktör zamandır. Bu nedenle -18 derece ve altında bile olsa, önerilen süre kadar saklamalısınız. Bu nedenle deniz ürünlerini en fazla 20 gün, kırmızı eti de maksimum 2 ay içinde tüketmeye özen gösterin. Gıdaları derin dondurucuda hava ile temas etmeyecek şekilde sardığınız ambalajın içinde saklamayı da ihmal etmeyin. Donmuş olsalar bile, derin dondurucuda meyve ve sebze ile eti yan yana koymayın. Kapalı ambalaj içinde olsalar bile gıdalardan biri çözülüp diğerine bulaşabiliyor ve üzerlerinde bakteri üremesine neden olabiliyor.
ETLERİ ’SICAKTAN’ KORUYUN
Derin dondurucuda sakladığınız gıdaları çabuk çözülmeleri için mutfak tezgahının üzerine koymayın. Çünkü çok soğuk ortamdan aniden sıcak ortama konan gıdalar bakteri ve mikrop yuvasına dönüşebilirler.
SATIN ALIRKEN BUNLARA DİKKAT EDİN
1 - Etiket bilgilerini kontrol edin: Gıdaları satın alırken etiket bilgilerini okuyarak ürünün içeriğini inceleyin. Satın alacağınız gıdanın sadece adına bakmak bazen yeterli olmayabiliyor, üretim izni ve ruhsatı, üretici firma bilgileri ve bir üretim adresi olması gerekiyor. Ayrıca örneğin, meyveli bir içecek aroma ve şekerden mi oluşuyor, yoksa gerçek meyve suyu mu içeriyor, bunu bilerek almalısınız.
2 -Son tüketim tarihine bakın: Her ne kadar birçok firma son tüketimi tarihi geçmiş ürünlerini reyonlardan çekse de, gözden kaçmış olabileceği için satın almak istediğiniz ürünün son tüketim tarihine bakmayı ihmal etmeyin. Eğer son tüketim tarihi geçmiş bir ürüne rastlamışsanız, bu ürünü satın almayın ve satış yerini de uyarın. Çünkü ürünün lezzeti değişip, besin değeri kaybolmuş, hatta bozulmuş da olabilir ki bu da gıda zehirlenmesi başta olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açabiliyor.
3 - Ambalajı bozulmuş ürünleri almayın: Şişmiş, sızıntı yapmış, delinmiş veya bozulmuş ambalajlı ürünlerde, gıdanın içinde mikroorganizmalar üreyip sağlığınızı tehdit edebilir. Örneğin konservenin kapağı dışarıya doğru bombe yapmışsa, bu, bakterilerin üreyip gaz yaptığını gösterebiliyor.
4 - Soğutuculardaki sıcaklığı kontrol edin: Balık, tavuk, kırmızı et, süt ve peynir gibi soğukta saklanan besin maddelerinin uygun şartlarda soğutulduğundan emin olun. Örneğin deniz ürünlerinin bulunduğu reyonlar -18 derece soğuklukta, süt ürünlerinin bulunduğu reyonlar ise +4 derece olmalı.
5 - Açıkta sunulan besinleri almayın: Sağlığınızın olumsuz etkilenmemesi için taze sebze meyveler hariç, açıkta satılan ambalajsız besinleri satın almamaya özen gösterin.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Gıdaların Bozulmasını Önleyen Yöntem Önerileri

Uzmanlar, "Sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için gıda güvenliğine dikkat edin" uyarısında bulundu.
Yaz aylarında aşırı sıcaklar ve rutubet nedeniyle hızla bozulan gıdalar, zehirlenmeye varan pek çok sağlık sorununa yol açabiliyor. Gıda güvenliğinin çok önemli olduğunu söyleyen Acıbadem Labvital Gıda Kontrol Laboratuvarı Mesul Müdürü Veteriner Hekim Işıl Selmin Ünsal, "Sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için gıda güvenliğine bu sıcak havalarda da dikkat etmeliyiz. Aldığımız gıdaların hazırlanmasından saklanmasına kadar her aşamasında gıda güvenliğini düşünmeliyiz" dedi. Ünsal, şu tavsiyelerde bulundu.

BUZDOLABI AYARLARINA DİKKAT!
Besinlerin hızla bozulmamaları için buzdolabının serinliği +4 derece olmalı. Yaz mevsiminde buzdolabının kapağını daha sık açıp kapatacağınız için dereceyi düşürerek buzdolabınızın soğutma kapasitesini artırın. Buzdolabınızı fazla besinlerle doldurmamaya ve kapların arasında hava akımı olmasına da özen gösterin. Aksi halde hava içeride rahatça dolaşamaz ve bunun sonucunda yeterli soğutma sağlanamaz.
RAFLARA NASIL YERLEŞTİRMELİ?
Uygun koşullarda saklanan gıdaların mikroorganizma bulundurma ihtimalleri çok azdır. Ancak çok iyi yıkanmış olsalar bile; çiğ olan et, kanatlı ve deniz ürünlerinde mikroorganizmalar çok hızlı gelişebilir. Bu besinlerde düşük sıcaklıklarda üreyebilen ve hastalık etkeni olan çok önemli mikroorganizmalar bulunabiliyor. Dolayısıyla çiğ tavukları açık ya da ambalajı bozulmuş bir şekilde üst raflarda saklarsanız, üzerinde çeşitli zararlı mikroorganizmalar üreyebilir, daha da kötüsü yerçekiminin etkisi nedeniyle alt rafta bulunan besinlere de bulaşabilir.
DONDURUCUDAKİ GIDALAR DA BOZULABİLİR
Sıcaklığı ne olursa olsun, gıdaların bozulmasındaki en önemli faktör zamandır. Bu nedenle -18 derece ve altında bile olsa, önerilen süre kadar saklamalısınız. Bu nedenle deniz ürünlerini en fazla 20 gün, kırmızı eti de maksimum 2 ay içinde tüketmeye özen gösterin. Gıdaları derin dondurucuda hava ile temas etmeyecek şekilde sardığınız ambalajın içinde saklamayı da ihmal etmeyin. Donmuş olsalar bile, derin dondurucuda meyve ve sebze ile eti yan yana koymayın. Kapalı ambalaj içinde olsalar bile gıdalardan biri çözülüp diğerine bulaşabiliyor ve üzerlerinde bakteri üremesine neden olabiliyor.
ETLERİ ’SICAKTAN’ KORUYUN
Derin dondurucuda sakladığınız gıdaları çabuk çözülmeleri için mutfak tezgahının üzerine koymayın. Çünkü çok soğuk ortamdan aniden sıcak ortama konan gıdalar bakteri ve mikrop yuvasına dönüşebilirler.
SATIN ALIRKEN BUNLARA DİKKAT EDİN
1 - Etiket bilgilerini kontrol edin: Gıdaları satın alırken etiket bilgilerini okuyarak ürünün içeriğini inceleyin. Satın alacağınız gıdanın sadece adına bakmak bazen yeterli olmayabiliyor, üretim izni ve ruhsatı, üretici firma bilgileri ve bir üretim adresi olması gerekiyor. Ayrıca örneğin, meyveli bir içecek aroma ve şekerden mi oluşuyor, yoksa gerçek meyve suyu mu içeriyor, bunu bilerek almalısınız.
2 -Son tüketim tarihine bakın: Her ne kadar birçok firma son tüketimi tarihi geçmiş ürünlerini reyonlardan çekse de, gözden kaçmış olabileceği için satın almak istediğiniz ürünün son tüketim tarihine bakmayı ihmal etmeyin. Eğer son tüketim tarihi geçmiş bir ürüne rastlamışsanız, bu ürünü satın almayın ve satış yerini de uyarın. Çünkü ürünün lezzeti değişip, besin değeri kaybolmuş, hatta bozulmuş da olabilir ki bu da gıda zehirlenmesi başta olmak üzere birçok sağlık sorununa yol açabiliyor.
3 - Ambalajı bozulmuş ürünleri almayın: Şişmiş, sızıntı yapmış, delinmiş veya bozulmuş ambalajlı ürünlerde, gıdanın içinde mikroorganizmalar üreyip sağlığınızı tehdit edebilir. Örneğin konservenin kapağı dışarıya doğru bombe yapmışsa, bu, bakterilerin üreyip gaz yaptığını gösterebiliyor.
4 - Soğutuculardaki sıcaklığı kontrol edin: Balık, tavuk, kırmızı et, süt ve peynir gibi soğukta saklanan besin maddelerinin uygun şartlarda soğutulduğundan emin olun. Örneğin deniz ürünlerinin bulunduğu reyonlar -18 derece soğuklukta, süt ürünlerinin bulunduğu reyonlar ise +4 derece olmalı.
5 - Açıkta sunulan besinleri almayın: Sağlığınızın olumsuz etkilenmemesi için taze sebze meyveler hariç, açıkta satılan ambalajsız besinleri satın almamaya özen gösterin.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Bekarlar hangi şehirden eş seçmeli?

Siberalem.com'un üyeleriyle yaptığı araştırmada, Türkiye illerinin aşk&meşk meselesinin röntgenini çekti
Türkiye’nin gündeminde referandum sonrası çizilip ve renklendirilen Türkiye siyasi haritası var. Ancak arkadaşlık sitesi Siberalem.com’un “Türkiye İlişkiler Haritası” da en az siyasi harita kadar dikkat çekici. Siberalem.com'un üyeleriyle yaptığı araştırmada, Türkiye illerinin aşk&meşk meselesinin röntgenini çekti.
Türkiye ilişkiler Haritası’nda, sitenin en çok üyeye sahip illeri belirlendi. Diğer yandan illere göre kadın üye oranları, illere göre fotoğraflı üye oranları, illere göre yaş ortalaması, illere göre evlilik istekleri, illere göre bağlanmaktan korkan şehirler tespit edildi.

Siberalem.com ‘un araştırmasına göre, en çok üye olunan şehirler İstanbul, Ankara, İzmir. Gece hayatının yoğun olmasına rağmen http://www.siberalem.com/ üyeleri en çok bu şehirlerden.
Kendilerine en çok güvenenler İzmirli
İzmirli kadınların siteye üyeliği daha fazla. Bunu sırasıyla İstanbul, Ankara, Eskişehir, Çanakkale, Balıkesir,Bursa Edirne, Mersin ve Adanalı kadınlar izliyor.
En cesur il Kocaeli
http://www.siberalem.com/ ’a fotoğraflı üye olanlar arasında erkekler daha cesur. En çok fotoğrafını gönderen erkekler Kocaeli’nde bulunuyor. Ardından İstanbul, Bursa, Muğla, İzmir, Sakarya, Rize, Antalya, Eskişehir, Trabzon geliyor. Kadınlarda ise fotoğraflı üye olanlar sırasıyla İstanbul, Muğla, Tekirdağ, Kırklareli, Yalova, İzmir, Antalya, Kocaeli, Balıkesir, Sakarya geliyor.

Olgun erkekler İstanbul'dan gençler Şanlıurfa'dan
Erkek üyeler arasında yaş ortalaması İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya ve Muğla’da 30 iken, Siirt, Şırnak, Mardin, Niğde Şanlıurfa’da 27.
Yine kadın üyeler arasında İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Mersin’de 30 iken, Gümüşhane, Iğdır, Muş ve Sivas’da 25. Hem erkek, hem de kadınlara bakıldığında görülüyor ki, gelişmiş şehirlerde yaş ortalaması yüksek. Özellikle kadınlarda, minimum ve maksimum değerler arasında fark çarpıcı.
Iğdırlılar düğün istiyor
En çok evlenmek isteyenler ise Iğdır, Şanlıurfa, Ağrı, Osmaniye, Ardahan,Bitlis,Yozgat ve Bingöllüler olurken, kısa süreli ilişki arayanlar da  Çankırı, İstanbul, Ankaralılar oluyor. Kendi cinsiyetinden eş arayan erkeklere de kayıtları İzmir, İstanbul, Ankara, Bursa, Edirne, Adana, Artvin, Trabzon, Bitlis ve Mersinde olanlarda rastlanıyor. 
Hangi ilin hangi kriteri önde
http://www.siberalem.com/ un üyeleriyle Türkiye İlişkiler Haritası’nda ilginç tanımlamalar ve istekler de bulunuyor. Buna göre , Adanalılar “Fiziksel özellikler her şeyden önemli” derken, Konyalılar "Sigara içen biriyle asla” diyor. Uşaklılar “Gelir düzeyi önemli” derken, Manisalılar “Kilosuna Bakarım” diyor. Görünüşüne en çok güvenen kadınlar İstanbul’dan çıkarken, Görünüşüne en çok güvenen erkekler Kocaeli’nde.
Bağlanmaktan korkan şehir
Çankırılılar çoğunlukla kısa süreli ilişki ararken, Yozgat ve Sivaslılar “Gelir Düzeyi çok önemli” diyor.
Erzincanlılara göre her şeyin başı eğitim
Erzincanlılar da “Eğitim ilişkide en önemli faktör” diye konuşurken, Malatyalılar” Meslek herşeyden önemli” diye fikir veriyor. Harita da “Sevgilimin saç rengi çok önemli” diyen Gümüşhaneliler, de bulunuyor. Şanlıurfalılar” Kilosuna Bakarım” derken, Diyarbakırlılar “Sevgilimin boyu boyuma denk olmalı”, Mardinliler, “Hiç kimse etnik kökeni önemsemiyor” diye konuşurken, Erzurumlular “Din ve mezhep çok önemli” diyor. Trabzonlular da "Sigara çmek hiç fark etmez, isteyen içer istemeyen içmez” diyor. Iğdır ise evlenmek isteyenlerin en yoğun olduğu il.
'En'ler
Kendine en çok güvenen kadınlar İzmir’de
En cesaretli şehir – Kocaeli
Din ve mezhebi  en çok önemseyen şehir - Erzurum
Etnik köken fark etmez diyen şehir - Mardin
Fiziksel özellik olmalı diyen şehir - Adana
Meslek çok önemli diyen şehir - Malatya
Aşkın yaşı yok diyen şehir - İstanbul
Çiçeği burnunda aşık şehir - Şanlıurfa
Düğün dernek isteyen şehir - Iğdır
Bağlanmaktan korkan şehir  - Çankırı

Arkadaşlık servisleri neden kullanılıyor?

http://www.siberalem.com/ ‘un,  müşteri araştırması sonucunda katılımcılara, Siberalem’i ve internetteki arkadaşlık servislerini ne için ve nasıl kullandıklarını şöyle açıkladı:
Yeni insanlar tanımak için pratik bir yol.
Birileriyle tanışmak için en masrafsız yol. Süslenip püslenip dışarı çıkmak, bir kafede ya da barda para harcamak yerine pijamalarla ekran karşısında oturmak çok kolay!
Gerçek kimliği açıklamadan, kişisel bilgileri paylaşmadan iletişim kurabilmek büyük rahatlık. Biriyle ancak daha derin bir ilişki kurmaya karar verirsen özel bilgilerini paylaşabilirsin. Oysa gerçek hayatta tanıştığın anda herşeyinle onun karşındasın!
Online ortamda size gelen arkadaşlık tekliflerini reddetmek daha kolay. Gerçek hayatta konuşmak istemediğiniz birine bunu izah etmek biraz zor ve sıkıcı bir şey. Oysa internette en fazla “bana uygun değilsin!” demek yeterli.
Kadınlar için, arkadaşlık sitelerinde takılmak, birinden ayrıldıktan sonra egonu okşamanın en kolay yolu! Ortama giriyorsunuz ve kadınların sayısı, İnternette erkeklerin sayısından az olduğundan, prenses muamelesi görüyorsun, kendini iyi hissediyorsun!
Burada biriyle tanışmadan evvel, onun hakkında envai çeşit bilgiyi alma şansın var. Herhangi bir yerde tanıştığın kişinin hangi yönetmeni sevdiğini, en sevdiği çizgi film kahramanını ya da nasıl bir evde yaşamayı hayal ettiğini öğrenmen epeyce vakit alır. Oysa burada, ona “selam” bile demeden evvel onun hakkında 70 çeşit bilgiye ulaşmak mümkün. Bu da işi kolaylaştırıyor, en azından uygun olmayanları hemen eleyebiliyorsunuz.
Kadınlar için profildeki detaylar çok önemli. Kadınlar biriyle konuşmadan evvel profili detaylı biçimde okuduklarını ifade ediyor. Erkeklerse daha çok fotoğraf, fiziksel özellikler ve üyenin kendini anlattığı birkaç cümleye baktıktan sonra hemen muhabbete girmeyi tercih ediyor
Kaynak: http://www.internethaber.com/

Yazın yıpranan cildinizi canlandırın!

Yaz mevsiminin cildimizde ve saçlarımızda yarattığı olumsuz etkilerden kurtulmak için yapılması gerekenler...
Dermatoloji Uzmanı Dr. Ahu Birol yaz mevsiminin cildimizde ve saçlarımızda yarattığı olumsuz etkilerden kurtulmak için yapılması gerekenler konusunda önemli bilgiler verdi…
Sabah aksam yüzümüzü uygun temizleyici ile temizlemeliyiz. Yağlı ciltlerde jel, kuru ciltlerde köpük formunda temizleyici tercih edilebilir. Yüzümüz için deri tipine göre yağlanma yapmayacak fakat nemlendirecek ürünleri her yıkama sonrası mutlaka kullanmalıyız. Kuruluk çok yoğun ise nem maskesi tercih edilebilir.
Kaynak ve devamı için TIKLAYIN

Bu virüs cinsel yolla bulaşıyor

Dikkat! Cinsel yolla bulaşan human papilloma virüsü hem kadında hem de erkekte tehlikeli hastalıklara yol açıyor
Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Faruk Köse, cinsel yolla bulaşan human papilloma virüsünün (HPV) kadında rahim ağzı, erkekte penis kanserine neden olabildiğini söyledi.
Belek'te düzenlenen “12. Jinekolojik Onkoloji Ulusal Kongresi”ne katılan Doç. Dr. Köse, gazetecilere yaptığı açıklamada, cinsel yolla bulaşan hastalıklar arasında sıklıkla karşılaşılan HPV'nin genital bölgede enfekte olduktan sonra temas yoluyla kolayca yayıldığını kaydetti. Köse, virüsün bir kişiden diğerine bulaşması için tam bir ilişki olması gerekmediğini, virüsün sürtünme yolu ile de bulaşabildiğine dikkat çekti.
Virüsün kuluçka süresinin değişkenliğine işaret eden Köse, bulguların bazen birkaç yıl sonra ortaya çıkabildiğini, bazen ise hiçbir bulgu vermeden vücutta kalabildiğini söyledi. 100 farklı tipi saptanan virüsün 40 tipinin kadın üreme organlarıyla ilgili problem yarattığını, 15'inin ise kansere neden olduğunu kaydeden Köse, bu virüsün neden olduğu kanserlerin yüzde 70'inden 16 ve 18 numaralı HPV'lerin sorumlu olduğunu bildirdi.
Doç. Dr. Köse, şunları söyledi:
“Kadınların yüzde 80'i yaşamlarının bir döneminde HPV ile karşılaşıyor. Yüzde 60'ında virüs kendiliğinden kayboluyor. HPV ile karşılaşan 100 kadından bir ya da ikisi rahim ağzı kanseri oluyor. Rahim ağzı kanseri olan kadınların tamamında HPV saptanıyor. Seksin her türü ile bulaşabildiği için kızlık zarı sağlam olmasına karşın rahim ağzı kanseri olan genç kızlarda rastlanabiliyor.”
Hastalığa yakalanan kadınların eşlerinin kendilerini aldattığından şüphelendiğine değinen Köse, şu bilgileri verdi:
Virüs 25 yıl sonra hastalığa neden olabilir
“Ülkemizde evlilik öncesi cinsel ilişki kadınlar için yasak, erkekler için mecburidir. Erkek elinden tutulur, zorla ilişki kurmaya götürülür. Erkek ilk ilişki kurduktan sonra evlendiği eşine de virüsü bulaştırabilir. Çünkü virüs 25 yıl sonra da hastalığa neden olabilir. Erkek eşine sadık kalmasına rağmen ilk ilişkisi nedeniyle de virüsü bulaştırıp hastalığa neden olabilir. Türkiye'de çok adolesan gebe var. Bu nedenle genç kızlarda HPV görülme oranı yüksek. Virüs ülkemizde daha çok erkeklerden kadına taşınıyor. Aslında erkekler aşılanırsa sorun ortadan kalkar, ama erkekte çok az probleme neden olduğu için sadece Avustralya ve İngiltere'de erkeklerin aşılanmasına izin var. Bu ülkelerde de devlet aşının ödemesini yapmıyor.”
HPV'nin erkeklerde penis kanserine neden olabildiğini söyleyen Köse, makat ve rektum bölgesinde de kanser vakaları görülebildiğini, gırtlak kanserinin de HPV'den kaynaklandığının tespit edildiğini ifade etti. Köse, virüsün kadınlarda da rahim ağzının yanı sıra vulva ve vajina kanserine yol açabildiğini vurguladı. Kanserde erken teşhisin önemine işaret eden Köse, Türkiye'de düzenli jinekoloğa giden kadınların oranının yüzde 23 olduğunu ve bunlardan sadece yüzde 12'sinin rahim ağzı kanserinin erken teşhisine neden olan simir testini sürekli yaptırdığını kaydetti.
Kaynak: http://www.internethaber.com/

Dehidratasyon nedir? Hangi belirtilerle kendini gösterir?

Tüm hayati fonksiyonların devamını sağlayan ve atık maddelerin vücuttan uzaklaştırılmasında kilit rol oynayan su içeriğini korumak, yaşamı sürdürebilmek açısından kritik önem taşır. Su miktarı beyin ve böbreklerin ortak çalışması ile düzenlenir.
Normal şartlar altında vücudun idrar (yaklaşık 1.0-1.5 litre/gün) yanında görünmez kayıp olarak adlandırılan dışkı (0.1 litre/gün), ter (0.1 litre/gün) ve solunum (0.3 litre/gün) ile birlikte yaklaşık olarak günlük 1.5 - 2 litre sıvı kaybı vardır. Bu sıvı kaybı fizyolojik durumlarda ve bazı hastalıklar ile birlikte belirgin olarak artış gösterebilir.
Bunların başında hava sıcaklığında artışa bağlı olarak terleme ve solunumla kayıplar ve egzersiz gibi doğal durumlar ile güneş yanıkları, ishal veya ateşli hastalıklar gibi olağandışı durumlar gelir.
Su kaybı geliştiğinde vücut tuz yoğunluğu artar ve beyindeki susama merkezi tetiklenir. Oluşan susama hissi sonucu su/sıvı içeriz ve vücut sıvımızdaki eksiği tamamlarız. Günlük sıvı ihtiyacı kişiye ve ortama bağlı olarak değişiklik göstermesine rağmen kabaca kişinin ağırlığından kilo başına 30 cc olarak hesaplanabilir.
Bu sıvı ihtiyacının yarısı gıdalardan sağlanırken yarısının da içilmesi gerekir. Özellikle sıcaklığın 30 derece’nin üzerine çıktığı durumlarda her 2 derece artış için günlük su tüketimimize 2 bardak eklememiz gerekmektedir.
Dehidratasyon nedir? Hangi belirtilerle kendini gösterir? Nasıl korunabiliriz?
Vücutta oluşan su eksiğini tamamlamadığımız veya tamamlayamadığımız durumlarda ’kururuz’. Dehidratasyon olarak adlandırılan bu durum en basit hali ile susama ve huzursuzluk hissi, iştahta azalma ve ciltte kuruma ile kendini gösterirken sıvı kaybı ilerledikçe idrar miktarında azalma ve renginde koyulaşma, ağızda kuruluk, açıklanamaz yorgunluk ve performans kaybı, baş ağrısı, ayağa hızlı kalkıldığında baş dönmesi ve keyifsizlik baş gösterir.
Sıvı açığı buna rağmen tamamlanmazsa ve %5-6’lara ulaşırsa kişide uykuya eğilim, bulantı ve bacaklarda karıncalanma başlar ve sıvı kaybı %10’lara ulaştığında kaslarda istemsiz kasılmalar, görüşte bozulma gerçekleşir. %15’in üzerinde sıvı kayıpları hayat ile bağdaşmaz.
Dehidratasyon, hastanın susama hissinin olmaması, susadığı halde suya ulaşamaması, yeterli hız veya miktarda içememesi veya su emilim ve atılımını bozan hastalıklar sonucu gelişir.
Susama hissinin olmaması en abartılı hali ile komada veya zihin fonksiyonları azalmış hastalarında görülürken çok daha sık rastlanan şekli yaşlılarda görülen şeklidir. Özellikle yaşlılarda susama hissi oldukça azalabileceğinden bu grubun sıvı alımı susuzluk duymasalar bile düzenli olarak desteklenmelidir. Kabaca bu gruptaki kişilerin yaklaşık 3 ila 5 saatte bir tuvalete gitme ihtiyaçlarının doğması ve idrar renklerinin şeffaf veya açık sarı renkte olması gerekmektedir.

Oruç, kuraklık veya tecrit gibi durumlarda kişi susamasına rağmen suya erişimi yoktur. Bu gibi durumlarda su açığını gidermek mümkün olmayacağından temel amaç kaybın en aza indirilmesi olmalıdır. Bunun için bu dönemde ağır fiziksel aktiviteden kaçınmak, vücut ısısını düşük tutacak serin ve nemli ortamlarda bulunmak, hafif giysileri tercih etmek akılcı olacaktır.
Çok sıcak havalarda egzersiz ve ishal gibi bazı durumlarda ise kişinin su alımından daha hızlı olarak su ve daha önemli olarak tuz kaybı gelişir. Bu gibi durumlarda kişinin daha susuzluk hissi oluşmadan su ve elektrolit (madensuyu veya izotonik şekersiz egzersiz sıvıları ile) alımına başlaması hayati önem kazanır.
Dehidratasyon böbrek açısından ne riskler içerir? Kalıcı hasar verebilir mi? Tedavisi nedir?
Hafif düzeyde olan dehidratasyon hiçbir organda kalıcı hasara yol açmaz ancak altta yatan bir kronik böbrek yetmezliğinin bulgu vermesine neden olabilir. Hafif düzeyde olan dehidratasyonun tedavisinde ağız yoluyla alınan sıvı ve elektrolitlerle eksikliğin giderilmesi yeterli olmaktadır.
Daha ağır dehidratasyonda ise ağızdan sıvı alımı yeterli olmayabilir ve kişinin bir sağlık kuruluşunda yatarak damardan sıvı tedavisi görmesi gerekebilir. Ağır dehidratasyon vakalarında esas sorun börek fonksiyonları ile ilgilidir. Akut böbrek yetmezliği gelişen hastalarda tüm destek tedavilerinin yanında vücuttan atıkların uzaklaştırılması için kısa süreli diyaliz ihtiyacı doğabilir.
Bu kişilerde zamanında ve yeterli tedavi ile böbreklerin tekrar düzgün çalışmalarını sağlayacak sıvı ve kan basıncı sağlanamazsa gelişen akut böbrek yetmezliği kronikleşir ve hasta hayatı boyunca diyaliz hastası olabilir.
Ramazan’da oruç tutacak kişiler için önerileriniz var mı?
Ramazan’ın çok sıcak yaz günlerine isabet ettiği bu sene su dengesinin korunması oruç tutanlar açısından büyük önem taşımakta. Her kişi yukarıda belirttiğimiz formülü kullanarak günlük sıvı ihtiyacını kabaca belirlemeli ve bu miktarı tek seferde değil, iftar ile sahur arasına bölerek almalıdır. İçilecek sıvı seçilirken gazlı ve şekerli içeceklerden uzak durulması ve daha çok su, taze meyve suyu ve madensuyu tüketilmesi doğru olacaktır.
Bunun yanında daha önce bahsettiğimiz gibi aldığımız sıvının önemli bir kısmı da yediğimiz katı gıdalardan geldiğinden bu dönemde aşırı tuzlu ve kızartma gıdalardan uzak durarak daha çok meyve ve sebze tüketmemiz gerekmekte. Gün içinde ise sıvı kaybımızı en aza indirmek için hafif giysiler giymeli, serin ve nemli ortamlarda bulunmalı ve fiziksel aktiviteden kaçınmalıyız.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Obezite Belirtileri - Obezite Hangi Yaşta Başlar

Yapılan araştırmalara göre çocukluk çağında obez olanların yüzde 60’ı yetişkinlik döneminde de obez oluyor.
Türkiye’deki çocukların yüzde 15-25’inin obez olduğunu belirten Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Prof. Dr. Abdullah Bereket, obezitenin ileriki yaşlarda da devam ettiğine dikkat çekti.
Modern yaşam tarzı, özellikle hareket azlığı ve abur-cubur beslenme, çocukların günlük yaşamlarında aldıkları kaloriyi arttırırken, harcadıkları kalori miktarını ise azaltıyor.

Bu nedenle obezite oranının gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarda giderek yükseldiğini ifade eden Prof. Dr. Abdulah Bereket, "Öyle ki ülkemizde çocuklarda fazla tartılı ile obezlerin oranı son 30 yıl içinde iki kat artmış durumda. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, ülkemizde de bölgelere göre değişmekle birlikte çocukların yüzde 15-25’i fazla tartılı veya obez. Bu önemli bir halk sağlığı sorunu olarak nitelendiriliyor. Çünkü obezitenin neden olduğu hastalıklar çocukların hayatını ciddi boyutlarda tehdit ediyor" dedi.
Gereken tedbirler alınmadığı takdirde önemli sağlık sorunlarına yol açabilen obezitenin önlenebileceğini hatırlatan Çocuk Endokrinolojisi Uzmanı Prof. Dr. Abdullah Bereket "Basit bir tanımlama ile obezite; vücudun harcayamadığı, yani fazla gelen enerjiyi yağ dokusunda biriktirmesi ve bunun sonucu olarak vücut tartısının artması olarak ifade ediliyor. Çocuğumuzun vücuduna ihtiyacından fazla aldığı her 7 bin kalori yaklaşık 1 kg yağ olarak depolanıyor. Bu hesapla eğer çocuğumuz günde ihtiyacından 100 kalori fazla alıyor ise vücut ağırlığına 70 gün sonra 1 kilo yağ ekleniyor. Çocuklarda günlük kalori ihtiyacı yaşa, cinsiyete ve aktivite durumuna göre değişiyor. Örneğin 3 yaşındaki bir çocukta günlük alınması gereken toplam kalori ortalama 1200-1300 iken, büyümenin hızlandığı ergenlik dönemindeki erkek çocukta bu rakam 2500-2800 kaloriye kadar çıkabiliyor" dedi.
-OBEZİTENİN TEMELLERİ ÇOCUKLUKTA ATILIYOR-
Yapılan araştırmalara göre; çocukluk çağında obez olanların yüzde 60’ı yetişkinlik döneminde de obez olarak kalıyor. Ergenlik çağında obez olanlarda bu oran yüzde 80’lere kadar çıkıyor. Bu rakamların obezitenin temellerinin çocukluk çağında atıldığını göstermesi bakımından son derece çarpıcı olduğunun altını çizen Abdullah Bereket, ayrıca obezite ne kadar erken yaşta başlarsa derecesinin de o kadar fazla olduğunu kaydetti. Yapılan çalışmalar erişkinlerde obezite tedavisinde başarı şansının düşük olduğunu gösteriyor. Bu nedenle obezitede tedaviden çok, bu sağlık sorununun çocukluk döneminden itibaren önlenmesi büyük bir önem taşıyor. Obez çocukların çok büyük bir kısmında bu hastalık beslenme yoluyla vücuduna giren kalori ile harcadığı kalori arasındaki dengenin bozulması sonucu oluşuyor. "Basit obezite" olarak adlandırılan bu sorunda çocuk harcadığından fazla kalori alıyor. Obez çocukların ancak az bir kısmında buna yol açan hormonal veya genetik hastalıklar bulunuyor. Bu bilgiler de çocuklarda obezitenin aslında önlenebilir olduğunu net olarak ortaya koyuyor. Obezitenin estetik sorunun yanı sıra, yüksek kan basıncı, kolesterol yüksekliği, kalp ve diyabet hastalığı, safra kesesi hastalıkları, inme, kanser gibi çok ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getirdiğini vurgulayan Prof. Dr. Abdullah Bereket obezite gelişimini önlemek için dikkat edilmesi gerekenleri şöyle sıraladı:
Bebeklik döneminde:
·Yaşamın ilk 6 ayında bebekler sadece anne sütü ile beslenmeli. ·Bebek doyduktan sonra mamayı bitirmek için zorlanmamalı. ·Bebek doğal meyve ile hazırlanmış meyve püreleri ve yine doğal sebzeler ile hazırlanmış sebze çorbalarına alıştırılmalı. ·Hazır kavanoz mamalarından ve hazır meyve sularından uzak tutulmalı.
Çocukluk döneminde:
·Kalorisi yüksek besinlerden kaçınmalı. Örneğin karton kutulardaki hazır meyve suları yerine meyve yemeli. Ayrıca cips, gofret, jöleli şekerlemeler ve buna benzer yiyecekler tüketilmemeli. ·Fast-food diye tabir edilen yüksek yağ oranına sahip patates kızartması, hamburger, pizza gibi yiyeceklerden uzak durulmalı. ·Şekerli ve gazlı içecekler yerine su, ayran ve süt içilmeli. ·Posasız ve yağ oranı yüksek besinlerden kaçınmalı. Bunun yerine dengeli beslenmeli. Sebze yemekleri, baklagiller ve taze sebzelerden hazırlanmış salatalar yeme alışkanlığı kazanılmalı. ·Öğün atlayıp diğer öğünde aşırı miktarda yemek yeme gibi bir alışkanlık edinilmemeli. Düzenli öğünler halinde, yani 3 ana öğün 2 ara öğün yenmeli. ·Yemekler yavaş ve iyice çiğneyerek yenmeli. ·Bol bol su içilmeli. Çünkü, sıvı ihtiyacını karşılamanın en doğal yolu sudur ve su kalorisiz bir içecektir. ·Ana öğünlerin arasında taze veya kuru meyve ya da yoğurt gibi sağlıklı ara öğünler yemeli. Enerji harcamanın da obezite ile savaşta en etkili yol olduğunu hatırlatan Abdullah Bereket "Çocuk ne kadar çok hareket ederse, o kadar çok enerji harcar. Bunun için de: ·Asansör yerine merdiven kullanmalı. ·Yakın mesafelere yürüyerek gitmeli. ·Televizyon seyretmeyi günde 30 dakika, hafta sonları 2 saat ile sınırlandırmalı ·Bilgisayar ve bilgisayar oyunlarına günde 30-60 dakikadan daha fazla zaman ayırmamalı. ·Her fırsatta ve hafta sonları yürüyüş, basketbol, voleybol ve koşu gibi sporlar yapmalı.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Kafeinin Zararları ve Faydaları

Dünya çapında çalışanların en az yüzde 15’ini gece vardiyalarında görev alanlar oluşturuyor. Sürekli olarak gece çalışmak ise doğal olarak vücut dengesini olumsuz etkileyip, hata yapma riskini daha da yükseltiyor.

İngiltere’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre ise gece vardiyalarında çalışanların kafein alımlarıyla birlikte daha dinç oldukları ve daha az hata yaptıkları belirlendi. Araştırmacılar; kafeinin, gece çalışanlarda özellikle, hafıza, dikkat, algı ve muhakemelerini daha güçlendirdiğini belirtiyorlar.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Günlük Düzenli Olarak Ne Kadar Su İçilmeli ?

Uzmanlar günlük sıvı gereksiniminin çoğumuzun “maden suyu” dediğimiz “mineralli sular”dan karşılanmasının insan sağlığına sayısız yararı olduğunu söylüyor. Türkiye’de gazlı klasik maden suyuyla (Ülkemizde mineralli suyun gazsız seçeneği bulunmuyor) ilgili yapılan en son araştırma, kişi başına yıllık tüketimin 6 litre olduğunu ortaya koyuyor. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zeki Karagülle, Avrupa ülkelerinde kişi başına günlük tüketimin bile 1 litre civarında olduğuna dikkat çekerek bizdeki durumun yetersizliğine vurgu yapıyor.

NE KADAR İÇMELİ?
Mineralli sular, gün boyu, bölünmüş dozlarda ve her türlü açlık ve tokluk durumunda tüketilebilir. Prof. Dr. Zeki Karagülle, sağlıklı bireylere günlük 2-2.5 litrelik su gereksinimini karşılamak için mineralli su tüketmeyi öneriyor. Bu sayede vücuda gerekli su alımının yanında magnezyum ve kalsiyum gibi değerli mineraller de girmiş oluyor. Prof. Karagülle, kişi başı günlük doğal mineralli su tüketme ihtiyacının 1 litresinin “gazlı doğal maden suyu”ndan, 1 litresinin ise “gazsız doğal düşük mineralli sular”dan karşılanmasının en ideali olduğunu söylüyor.
YARARLARI NELER?
- Kalp hastalıklarına bağlı ani ölümlerin görülme sıklığı azalıyor, prostat ve meme kanserine daha az rastlanıyor.
- Yüksek kalsiyum, kemikleri sağlamlaştırarak osteoporozdan koruyor.
- Kalsiyum ve magnezyum, damar ve kasların düzenli çalışmasına yardımcı oluyor.
- Mineralli sulardaki bikarbonat içeriği, asit fazlalığı ile seyreden mide fonksiyonlarında mide asidini düzenleyici, kanda asit-baz dengesinin bozulmasını önleyici, diyabette metabolizmayı destekleyici ve kan basıncını düzenleyici etki gösteriyor.
- Mineralli sularda bulunan sülfat, karaciğerin, safrakesesi ve yollarının düzenli çalışmasına yardımcı oluyor
SPORDAN ÖNCE VE SONRA MUTLAKA
Mineralli sular, kalp-damar sistemi, boşaltım ve böbrek fonksiyonları ile tüm metabolizmanın sağlıklı çalışmasını sağlıyor. Ayrıca sinir, bağışıklık sistemi ve cilt fonksiyonları ile ilgili yararlı sonuçları da bulunuyor. Prof. Karagülle, kalsiyum ve magnezyum gibi minerallere duyulan günlük gereksinimi belli oranda karşılayan mineralli suların her yaştan sağlıklı birey tarafından rahatlıkla tüketilebileceğini söylüyor. Spordan önce ve sonra içilecek olan mineralli sular, vücudun su kaybını önlemeye yarıyor. Ayrıca sıcak günlerde meydana gelen su kaybının önüne de mineralli su tüketimiyle geçilebiliyor. Sabah işe giden bir kişinin bir bardak soğuk maden suyu ile güne daha dinç ve enerjik başladığı belirtiliyor.
KİMLER SIK İÇMELİ?
* Gençler
* Ergenlik çağında olanlar
* Hamileler
* Menopoz sonrası kadınlar
* İleri yaştakiler
MAMALARDA KULLANILABİLİR
Bebeklerde anne sütünün vazgeçilmez bir besin ve sıvı kaynağı olduğu biliniyor. Bunun yanında ek beslenmeye geçildiğinde hazırlanacak mamaların gazsız ve uygun mineral kompozisyonlu maden suyu ile yapılmasının ideal bir mama karışımı olacağı belirtiliyor.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Hareket Sistemi - İnsan İskelet Yapisi

Hareket Sistemi Nedir (Lokomotor sistem) Hareket Destek Sistemi
Bu sistem içinde iskelet, eklemler ve kaslar vardır.
İskelet - Osteoloji
Vücudun bütün çatısı birçok kemiklerle beraber bazı bölgelerdeki kıkırdaklardan yapılır; bu çatının kemik parçası iskeleti meydana getirir.
Kemikler, vücudun yumuşak kısımlarına dayanak işi gören organlar olduğu gibi üzerlerine yapışan kasların kasılması ile pasif olarak hareket işinde rolleri vardır.
İskeletin yapısı, İnsan İskelet Yapısı; İskelet, kemik adı alan, beyaz sert, birbirine eklemlerle birleşik organların bütününe verilen addır.
Yabancı maddelerle ve çok defa madenî bağlama araçlarıyla normal durumdaki yerlerine göre birbirleriyle tutturularak meydana gelen iskelete sun’î iskelet denir.
İskeletin bölünümü; İskelette şu parçalar vardır:
1) Omurga (columna vertebralis), adı alan ve omurlardan meydana gelen bir kolon.
2) Arkada omurga ile önde stemum denilen bir tek kemikle birleşen Kaburgalar (Costae) ki bunlar bir araya gelerek göğüs kafesi de denen göğüsü (Thorax) yaparlar.
3) Baş (caput) olup omurganın üst ucu ile eklem yapan bu parça kafa ve yüz diye ikiye ayrılır.
4) Üsttaraf
5) Alttaraf
İki üst ve iki alt taraftan, birincileri göğüse, omuz kavşağı kemikleri fossa cinguli extremitatum thoracicarum) ile, ikincileri omurgaya leğen kavşağı kemikleri (ossa cinguli extremitatum pelvinarum) ile. eklemlenmiştir. Omuz kavşağı kemikleri, köprücük kemik (clavicula) ile kürek kemik (scapula) dır. Leğen kavşağı kemikleri ise iki kalça kemiği (os coxae) olup her iki kalça kemiği önde birbiriyle, arkada sakrum ile birleşerek leğen (pelvis) i meydana getirirler.
6) Boyunda iskeletten uzak olarak bir de dil kemiği (hyoid) de vardır.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

ATP Nedir ve Nasil Elde Edilir

ATP Nedir, ATP Nasıl Elde Edilir
Canlı sistemlerinde kimyasal tepkimelerin başlaması için enzimler ge­reklidir. Ancak tek başına yeterli değildir. Bir tepkimenin başlaması için az da olsa enerjiye gerek vardır. Herhangi bir hücrede geçen bir olayda kullanı­lan enerji doğrudan ATP den sağlanır.
ATP Yapısı
ATP’nin yapısında, iki organik molekül ve birbirine zincirlenmiş üç fosfat bulunur. Organik moleküllerden biri azot içeren adenin; diğeri 5 kar­bonlu riboz şekerdir. ATP molekülünde bulunan enerjinin büyük bölümü fosfatlar arasında bulunur. Bu bağa yüksek enerjili fosfat bağı denir ve dal­galı kısa bir çizgi ile gösterilir.
Azotlu baz + 5 C’lu şeker + 3 mol Fosforikasit
ATP’nin Kullanılması
ATP’nin fosfat bağlarındaki enerji, ısı enerjisi olarak kaybolmaz. Hüc­rede birçok enerji gerektiren biyokimyasal olayın gerçekleşmesinde rol oy­nar. ATP molekülü yapısında bulunan en, uçtaki fosfat grubunu, başka bir moleküle aktarır. Bu sırada, fosfat bağmdaki enerji de moleküle geçer. Enerji alan molekül aktif hale gelir ve böylece diğer reaksiyonlara hazır olur. ATP molekülü bir fosfat grubu verdiği zaman ADP’ye, iki fosfat grubu verdiği zaman AMP’ye dönüşür. Bunlardan AMP boş aküye, ATP veADP’yi dolu aküye benzetebiliriz.
ATP’nin Sentezi
ATP molekülü sadece hücre içinde bulunur. Dışarıdan besin maddele­riyle doğrudan ATP almak mümkün değildir. Diğer yandan ATP hücre için­de çok kısa süreli depolanabilme özelliği, bu molekülün sürekli yenilenme­sini zorunlu kılar. Buna göre; bir molekül ATP sentezlenebilmesi için ADP bir fosfat grubu ile, AMP ise iki fosfat grubuyla birleşir.
Canlı sistemlerinde ATP sentezi için gerekli enerjiyi sağlayan tepki­meler başlıca dört bölümde incelenir.Bunlar;
1. Substrat düzeyinde fosforilasyon (Fermentasyon),
2. Oksitatif fosforilasyon (oksijenli solunum),
3. Fotosentetik fosforilasyon (Fotosentezin ışık devri reaksiyonları),
4. Kemosentetik fosforilasyon (Kimyasal enerji kaynaklarından).
Sonuç olarak, ATP tüm canlı hücrelerde enerji taşıma görevi yapar. Bir insan yürürken, konuşurken, nefes alırken, bir balık yüzerken, bir bitki­nin tomurcuğu açarken, bir kuş uçarken, bira maya hücresi bölünürken, bak­teri hücresi çoğalırken, kullandıkları enerjinin hepsinin aynı kaynaktan, yani ATP’den sağlandığı unutulmamalıdır.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Zayıflama için egzersiz hareketleri resimli

KALÇA -BACAK-KARIN HAREKETLERİ
 Faydası: Kalçayı sıkılaştırır.
Uygulama: Emekleme pozisyonu alın. Bir bacağınızı bükerek yukarı doğru kaldırın.
Her seri sonunda bacak değiştirin.
Egzersizi yaparken:
- topuğunuz yukarı doğru bakmalı,
- sırtınızı tamamen düz tutun,
- kalçanızı maksimum oranda sıkın,
- bacağınızı fazla kaldırmaya çalışmayın,
- ellerinize değil, dirseklerinize dayanın,
- gövdenizi çevirmeyin,
- güç harcarken nefes verin.

 Faydası: Kalça ve bacakları kuvvetlendirir. Yüksek kalori harcanmasını sağlar.
Uygulama: Ayakta, bir adım öne gider gibi durun (bacaklarınızı 1 metre kadar ayırın). Arkada duran bacağı bükerek dizinizi yere doğru götürürken, kalça ve önde duran bacağınız arasında dik bir açı oluşturmaya çalışın. Her seri sonunda bacak
değiştirin.
Egzersizi yaparken:
- öne değil de zemine doğru gitmek için arka bacağınız üzerinde yaylanın,
- karın kaslarınızı kasın,
- arkada duran ayağın topuğunu kalkık tutun,
- dizinizi yere koymayın.
Faydası: Kalçayı çalıştırır ve kuvvetlendirir.
Uygulama: Sırt üstü uzanın, bacaklarınızı bükün, ayak tabanlarınızı yerde ve
kalçanıza yakın tutun. Topuklarınızla iterek
kalça ve sırtınızı kaldırın.
Egzersizi yaparken:
- sırtınızın üst kısmını ve omuzlarınızı yerde tutun,
- kaldırma sırasında kalça ve karın kaslarınızı sıkın,
- yukarı çıkmaya çalışırken dizlerinizi açmayın,
- her tekrardan sonra değil seriyi tamamladıktan sonra dinlenin,
- güç harcarken nefes verin.

Faydası: Kalçayı kuvvetlendirir.
Uygulama: Emekleme pozisyonu alın. Bir bacağınızı gergin olarak arkaya uzatın ve
yukarı doğru kaldırın. Her seri sonunda bacak değiştirin.
Egzersizi yaparken:
- sırtınızı mümkün olduğu kadar düz tutun ve bacağınızı yukarıya doğru kaldırırken kalçanızı olabildiğince sıkın.
- bacağınızı çok yükseğe çıkarmaya çalışmayın,
- ellerinize değil dirseklerinize dayanın,
- gövdenizi çevirmeyin,
- dizlerinizi açmayın,
- güç harcarken nefes verin.

 Faydası: Kalça ve kalçanın dış kısmını kuvvetlendirir.
Uygulama: Yanlamasına uzanın. Attaki
bacağınızı bükün. Üstte kalan bacağınızı ayağınız zemine dönük olarak kaldırın. Her seri sonunda bacak değiştirin.
Egzersizi yaparken:
- bacağınızı kaldırırken kalça kaslarınızı kuvvetle sıkın,
- bacağınızı indirirken zemine dokunmayın,
- güç harcadığınız aşamada nefes verin.
Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Size yakışan saç modelini yüz şekliniz belirler

Doğru saç modelini bulduysanız hayatta 1-0 öndesiniz demektir. Size yakışan saç modelini yüz şekliniz belirler. Amacınız yüzünüzü orantılı göstermek olmalı.
Yuvarlak yüz Yuvarlak bir yüze sahipseniz saç modelinizin amacı yüzünüzü ince göstermek olmalı. Kahkül kestirmez ve alnınızı açıkta bırakarak saçınızın önünü kabartırsanız yüzünüz ince gözükür.
Kısa saçtan uzak durun. İdeal saç modelinizin boyu, çenede ya da çenenin hemen üzerinde olmalıdır.
Oval yüz Oval yüzlüyseniz şanslısınız çünkü hemen her saç modeli size yakışır. Saçlarınızı geriye doğru tararsanız yüzünüzün güzelliğini ortaya çıkarırsınız.
Eğer kısa saçı seviyorsanız saçlarınızı kısacık kestirebilirsiniz. Uzun ve klasik saç modellerinden hoşlanıyorsanız, omuz hizasında, yandan ya da ortadan ayrılan saç modeli size göre.
Kare yüz Saç modeliniz köşeli çenenizi yumuşatacak nitelikte olmalı. Elmacık kemiklerini vurgulayan modeller bu yüz şekline uygundur; o yüzden elmacık kemiklerine doğru salınan kısa katlar yakışır. Çenenin iki santimetre altında veya omuz hizasında saç boyu da kare yüzlülere uygun.
Uzun yüz Omuz hizasında saçlar uzun yüzlülere çok yakışır. Katlar yüzünüzdeki keskin çizgileri yumuşatır. Çok uzun saçtan uzak durun çünkü uzun saç yüzünüzü de uzun gösterir. Saçınız omuz hizasında veya daha kısaysa ortadan; daha uzunsa yandan ayırın.
Kalp yüz Eğer yüzünüz kalp şeklindeyse, alnınızı daraltacak ve çenenizi daha dolgun gösterecek bir saç modelini tercih edin. Saçınızın uzunluğunun boynunuzun hizasında olması idealdir. Kulakların altında dalgaları başlayan saç modeli çene bölgesine dolgunluk katar.
Bunları yapın
Saçınıza gölge yaptırırsanız yüzünüz olduğundan uzun gözükür.
Başınızın tepesindeki saçlarınızı kabartırsanız yüzünüz daha uzun gözükür. Bunun için kuaförünüz üst taraftaki saçlarınızı katlı kesebilir. Eğer saçınız çok ince telliyse, hacim kazandıran şampuanları kullanabilirsiniz.
Saç köklerinize hacim veren jöle sürün ve kuruturken saç fırçasıyla alttan yukarı doğru kabartarak kurutun. Yüksek bir at kuyruğu yapın. Başınızın her iki yanından bir parça saçı çekip at kuyruğundan kurtarın.
Yüzünüzün iki yanındaki bu saç tutamları yüzünüze dikey çizgiler oluşturarak ince gözükmesine yardımcı olur. Yüzünü ince göstermek isteyenler için ideal saç boyu çeneyle omuzlar arasında bir uzunlukta olmalıdır.
Bu saç boyu yüzünüzü ve boynunuzu olduğundan uzun göstererek ince bir görünüme kavuşmanıza yardımcı olur. Bu yılın moda saç modeli bob, yuvarlak yüzlü kadınlara çok uygun.
Önleri daha uzun, arkaya doğru kısalan bu saç modeli elmacık kemiklerinizin daha yukarıda olduğu izlenimini yaratarak yüzünüzü ince gösterir. Kare ve armut şeklinde yüzü olanlar çene boyundaki bob modellerini tercih etmeli. Kare yüzlülere uçları hafif dalgalı bob modeli yakışır.
Kulaklarınızın yanlarındaki saçlarınızı kabartmayın. Bunları yapmayın Yatay çizgili kıyafetler sizi nasıl olduğunuzdan şişman gösteriyorsa, küt kesimli saçlar da yüzünüzü olduğundan geniş gösterir.
Yüzünüzü dolgun gösterecek, keskin çizgilerin hakim olduğu saç modellerinden uzak durun. Çok uzun ya da çok kısa saç modellerini tercih etmeyin.
Saçlarınızı çok kabartmayın, çok kıvırcık yapmayın.
Çok kısa saç modelleri kare veya armut şeklinde yüzü olanlara da uygun değil.

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

Cinsel İlişki Ne Zaman Sakıncalı?

Aktif bir cinsel yaşam hem ruhsal hem de bedensel sağlığımıza iyi geliyor ama bazı durumlar hariç! Çünkü bu kez olumlu etkisini yitiriyor; hatta tam tersi bir etki yaratarak sorunlara yol açıyor.
Cinsel yaşamın ruh ve beden sağlığı üzerinde ne denli önemli bir rol oynadığı yapılan bilimsel araştırmalarla kanıtlandı. Aktif bir cinsel yaşam kalp ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor, ağrıları azaltıyor, psikolojik sorunlarda olumlu etki salıyor; özetle insanın ömrüne ömür katıyor. E, bu kadar yararından sonra sağlıklı ve uzun bir yaşam için de bize düzenli olarak seks yapmak düşüyor! Ancak bazı durumlar var ki bu dönemlerde cinsel ilişkiye girilmesi kesinlikle sakıncalı uzmanlara göre. Çünkü bu kez cinsel yaşam yarardan çok zarar veriyor! Cinsel ilişkinin sakıncalı olduğu bu istisnai dönemleri kulaktan dolma bilgilerle az çok biliyoruz. Ancak yine de hangi durumlarda ne kadar süreyle cinsel ilişkiye girmemiz gerektiği konusunda pek çoğumuz net bir fikre sahip değiliz. Üstelik ne kadar modern görüşlü olursak olalım, söz konusu cinsel yaşam olduğunda aklımıza takılan bu tür soruları arkadaşlarımızla, hatta doktorumuzla bile paylaşmaktan çekiniyoruz. Memorial Hastanesi Suadiye Polikliniği’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Fahri Akbaş’tan aldığımız bilgiler doğrultusunda işte size sakıncalı durumlar…
Adet kanamalarında
Son zamanlarda günlük hayatın koşuşturması içerisinde eşinizle sevişmeyi unuttunuz adeta. Bugün sizin doğum gününüz ve yeni yaşınızı eşinizle baş başa romantik bir gece yaşayarak kutlayacaksınız! Tüm hazırlıklar tamam ama yolunda gitmeyen bir şey var; o da stresten dolayı erken gelen regl kanaması. Olsa dert, olmasa ayrı bir dert… Peki ama bu kutlamayı eşinizle özel dakikalar yaşamadan mı noktalayacaksınız? Biz de pek çok kadının merak ettiği bu soruyu uzmanlara yönelttik. Ama önce, adet kanaması hakkında kısa bir bilgi vermekte yarar görüyoruz. Adet döngüsü veya siklus, son adet tarihinin ilk gününden bir sonraki adet tarihinin ilk gününe kadar geçen zamanı ve bu süreç içinde kadın vücudunda gerçekleşen olayları ifade ediyor. Bir adet döngüsü kadında genellikle 28 gün sürmekle birlikte 21 ile 35 gün arası normalin alt ve üst sınırı olarak kabul ediliyor. Adet kanaması ortalama 4 gün devam etse de kimi kadınlarda 1 ile 7 gün de sürebiliyor. Uzmanlar, adet kanamalarında cinsel ilişkiye girilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Neden sakıncalı? Adet kanaması devam ettiği sürece rahim ağzı açık olacağı için cinsel ilişkiyle dışarıdan gelen mikropların üst genital sistem enfeksiyonu yaratma riski artıyor. Ayrıca kan mikroplar için bir besi yeri niteliği taşıyarak yine enfeksiyon riskini yükseltiyor. Bunların yanı sıra eşinizin kandan rahatsız olma ihtimali de oldukça yüksek.
İlişkiye ne zaman girilebilir?
Adet döneminiz bittikten sonra cinsel ilişkiye girebilirsiniz.
Spiral taktırdıktan sonra
“Eyvah, doğum kontrol hapımı içmeyi unuttum!, “Off, prezervatif kalmamış” şeklindeki yakınmalarla cinsel ilişkinize gölge düşürmek istemiyorsunuz. Günlük koşuşturma içerisinde her gün ya da belli aralıklarla doğum kontrol yöntemini düşünmek istemediğiniz için de tercihinizi spiralden yana kullandınız. Rahim içi araç, halk tarafından bilinen adıyla spiral günümüzde en fazla tercih edilen geri dönüşümlü doğum kontrol yöntemlerinden biri uzmanlara göre. Bunun nedeni ise spiralin uzun süreli ve yüksek etkili koruma sağlaması. Spiralin kadınlar tarafından tercih edilmesinin bir başka nedeni de çıkarıldıktan sonra etkisini hemen yitirerek hamileliğe imkan tanıması. Ancak spiral takıldıktan sonra belli bir süre cinsel ilişkiden kaçınılmasına özen göstermek gerekiyor.
Neden sakıncalı? Bölgede yabancı bir cismin olması, enfeksiyonun orada yuvalanmasına ve zor temizlenmesine neden olabiliyor. Bazı durumlarda enfeksiyonu temizlemek için spiralin çekilmesi gerekebiliyor.
İlişkiye ne zaman girilebilir? Spiral taktırdıktan 7-10 gün sonra cinsel ilişkiye girmenizde hiçbir sakınca yok.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda
Frengi, gonore, klamidya, herpes simpleks, vajinit… Bu hastalıkların bir kısmı sinsi sinsi seyrederken, bir kısmı ise vajinal bölgede akıntı, kasık ağrısı, siğiller ve kaşıntı gibi çeşitli yakınmalarla gelişiyor. Üstelik hastalıklar ciddi tabloların gelişmesine de neden olabiliyor. Örneğin sifilis yıllar sonra kendini ciddi kalp - damar hastalıkları, nörolojik hasarlar ve diğer iç organ tutulumlarıyla gösteriyor. Human Papiloma virüsünün en önemli özelliği ise bazı alt tiplerinin kadınlarda rahim ağzı kanserinin gelişmesini tetiklemesi. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar ayrıca dış gebeliğe, kısırlığa, doğacak bebekte ciddi anomalilere yol açabiliyor, hatta hayatı tehdit bile edebiliyor. Üstelik, son yıllarda cinsel ilişkiye girme yaşının düşmesi ve sık partner değişimi nedeniyle bu hastalıkların görülme oranı da gün geçtikçe artıyor.
Durum ciddi, tedavi süresi ise uzun hekimlere göre. Neyse ki, günümüzde AIDS dışındaki hastalıklar erken dönemde tespit ve tedavi edildiğinde ortadan kalkabiliyor. Dolayısıyla, erken tedavi şansını yitirmemek için rutin muayenelerinizi aksatmamaya ve herhangi bir yakınmanız olduğunda zaman kaybetmeden bir uzmana başvurmayı ihmal etmeyin. Peki ama tedavi sürecinde cinsel ilişkiye giremeyecek misiniz?
Neden sakıncalı? Cinsel ilişkiye girdiğiniz takdirde hastalığınızın partnerinize geçme riski oldukça yüksek. Bu nedenle tedavi olsanız bile partneriniz de aynı hastalığı taşıdığı için iyileşme şansınız oldukça düşecek.ilişkiye ne zaman girilebilir? Cinsel yolla bulaşan hastalıkların bazıları olağanüstü bulaşıcı bir özelliğe sahip. Öyle ki cinsel birleşmeye girmeseniz bile sadece genital bölgelerin yakın temasıyla da bulaşabiliyor. Dolayısıyla hastalık tamamen tedavi edilinceye kadar cinsel ilişkide bulunmayın ve durumu partneriniz mutlaka bildirin. Ancak kronik veya tedavisi uzun süren bir cinsel hastalığınız varsa, doktorunuzun izniyle prezervatif kullanarak cinsel ilişkiye girebilirsiniz.
Hamilelik döneminde
İşte hamilesiniz! Siz de artık bu mucizevi olayın baş kahramanı olacaksınız. Hamile kaldığınızı öğrenir öğrenmez bu süreçle ilgili aklınıza takılan tüm soruları yanıtlayabilmek için kolları sıvamaya başladınız bile. Tek dileğiniz bebeğinizin sağlıklı doğması. Hamileliği kazasız belasız atlatabilmek için de kitaplar aldınız, çocukları olan arkadaşlarınızda koyu sohbetlere daldınız. Ancak merak ettiğiniz bir konu daha var, ancak onu çevrenizle, hatta doktorunuzla bile paylaşmaktan çekiniyorsunuz. ‘Acaba hamilelik döneminde cinsel ilişkiye girmemde bir sakınca var mı?’ Görüşlerine başvurduğumuz uzmanlar, hamilelik sürecinde cinsel ilişkiye genellikle yasak koymadıklarını belirtiyorlar. Tabii dikkatli olmanız koşuluyla. Ancak cinsel ilişkiye girmenizin sakıncalı olduğu durumlar da söz konusu uzmanlara göre.
Neden sakıncalı? Hamileliğin son 1-1.5 ayında solunum sistemiyle ilgili sorun yaşanabiliyor. Bu dönemde kalp ve solunum sistemi açısından cinsel ilişkiyi tolere etmek zorlaşıyor. Dölyatağı ağzı açılabiliyor ve bunun sonucunda suyun erken gelmesi veya kanama gibi bazı riskler ortaya çıkabiliyor. Erken doğum riski varsa ya da bebeğin suyu zamanından önce gelmişse, cinsel ilişkide bulunmak sakıncalı oluyor. Ayrıca daha önceki hamileliğinde erken doğum yapmış veya suyu erken gelmiş kadınlar son aylarda cinsel ilişkiye girdikleri takdirde aynı sorunla karşılaşabiliyorlar. Hamileliğin son dönemlerinde cinsel ilişkiye girildiğinde gelişebilecek bir başka sorunsa enfeksiyon riskinin artması. İşte tüm bu nedenlerden dolayı uzmanlar hamileliğin son 1-1.5 ayında cinsel ilişkiye girilmesini önermiyor. Bunların yanı sıra düşük tehdidi veya kanama olduğu takdirde, cinsel ilişki ilk aylarda da yasaklanabiliyor.
İlişkiye ne zaman girilebilir? Doktorunuz bir sakınca görmediği takdirde hamileliğin son 1 - 1.5 ayına kadar cinsel ilişkiye girebilirsiniz. Kanamanız yoksa, yaranızın iyileşmesi tamamlanmışsa, ciddi bir ağrı hissetmiyorsanız, doğumdan 6 hafta sonra cinsel ilişkide bulunmanızda bir sakınca yok uzmanlara göre. Ancak bu dönemde henüz adet görmeye başlamadığınız için vajinada kuruluktan yakınmanız mümkün. Uzmanlar, bu sorunla karşılaştığınızda kayganlığı artırıcı jeller kullanmanızı öneriyorlar.
Kürtaj sonrasında
Anne olmak hiç kuşkusuz ki bir kadının tüm yaşamı boyunca tadabileceği en güzel duygulardan. Ancak, hiç istemediği halde çeşitli nedenlerden dolayı hamileliği sonlandırmak zorunda kalabiliyor insan. İşte bu durumda ilk 10 haftaya kadar yasal olarak uygulanabilen kürtajla istenmeyen gebelik önlenebiliyor. Tecrübeli uzmanlar tarafından ve hijyenik bir ortamda yapıldığında kürtajın riskleri yok denecek kadar az. Ancak yine de kürtaj her bakımdan cerrahi bir girişim. Dolayısıyla istenmeyen sağlık sorunlarıyla karşılaşmamak için kürtaj sonrasında belli bir süre cinsel ilişkiden kaçınmaya özen gösterin.
Neden sakıncalı? Kürtaj operasyonu sırasında rahmin içine müdahale edildiği için enfeksiyon riski artıyor. Dışarıdan bir müdahale gerçekleşmesi, bu bölgede etkisiz halde bulunan enfeksiyonların hareketlenmesine neden oluyor. Kürtajın yanı sıra o bölgeye yapılacak cerrahi işlemler de aynı riski taşıyor. Dolayısıyla kadın hastalıklarıyla ilgili bir operasyon sonrasında da doktorun önerdiği tarihe kadar cinsel ilişkiden kaçınmakta yarar var.
İlişkiye ne zaman girilebilir? Uzmanlar kürtajdan 2 hafta sonra cinsel ilişkiye girebileceğinizi belirtiyorlar. Ancak bu konuda en doğru kararı kürtajı yapan doktorunuz verecek

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

İnsan Vucudu Anatomisi Bilgileri

Anatomi Bilgileri
İnsan Vücudu Anatomisi İle İlgili
İnsan vücudunu; iskelet, kaslar ve hareket gibi bölümlere ayırarak inceleyebiliriz.
a) İskelet ve İnsan İskeletin Yapısı
İskelet, insan vücudunun çatısını meydana getiren sert ve dayanıklı bir yapıdır. İskeletin görevi sadece vücuda şekil vermek değil, bunun dışında pek çok görevleri vardır. İskelet Görevleri şunlardır:
1) İskelet pek çok kemiğin meydana getirdiği eklemler sayesinde kaslar vasıtasıyla vücudun hareketini sağlamaktadır. Bu sayede kol, bacak, bel, boyun rahatlıkla hareket edebilmektedir.
2) İskeletin ikinci önemli görevi de vücudumuzun çok hassas or­ganlarından olan beyin, kalp ve akciğerleri korumaktır. En has­sas, en nazik organ olan beyin, kafa tası içinde; kalp ve akciğer­ler ise göğüs kafesinde, her türlü dış etkilere karşı korunmaya alınmıştır. İnsan iskeleti değişik büyüklük ve şekilde 206 kemik­ten meydana gelmiştir. Bu kemikler üç çeşittir. Bunlar uzun ke­mikler, kısa kemikler ve yassı kemiklerdir.
Uzun kemikler kol ve bacaklarda, kısa kemikler el ve ayak bilek­leriyle omurga, yassı kemikler ise kaburgada, kafatasında, omuz ve kalça ke­merlerinde bulunur.
1 - Kemiklerin Yapısı
Kemik Yapısı; Dayanıklı ve oldukça ağır olan kemikleri meydana getiren dokuya kemik dokusu adı verilir.
Kemiklerin yaklaşık olarak % 69 ‘u madenî tuzlardan meydana gelir. Madenî tuzlar içinde en önemli yeri % 85 oranıyla kalsiyum fosfat alır. Kemik yapısında ayrıca kalsiyum karbonat, kalsiyum florür, magnezyum fosfat tuzları da vardır.
Kemiklerin iyi gelişmemesi sonucu kendini gösteren raşitizm hastalığı, kemik yapısındaki kalsiyum eksikliğinden olmaktadır. Raşitizm hastalığında hasta, kalsiyumla tedavi edilir. Kemiklerin az da olsa esnekligini sağlayan osein denen ve proteinden meydana gelen organik maddeler bulunmaktadır. Çocuklarda bu organik maddenin oram daha fazladır. Yaş­landıkça kemiklerde organik madde oram azalır.
Kemik dokusu, Havers Kanalı dediğimiz kanalın etrafını sarar, osteosit denen kemik hücreleri ve bu hücrelerin arasını dolduran protein ara maddesi ve inorganik tuzlardan meydana gelir.
İskeletimizi Meydana Getiren Kemikler
İskelet kemikleri üç bölümde incelenir.
l) Baş İskeletini Meydana Getiren Kemikler: Bunlar, 8 tane kafatası kemikleri ve 14 tane yüz kemiklerinden ibarettir.
2) Gövde İskeletini Meydana Getiren Kemikler : Gövde iskeleti de göğüs kafesi ve omurga olmak üzere ikiye ayrılarak incelenir. Göğüs kafesi , kaburgadan meydana gelir. Sağlı sollu göğüs kafesinde 12 çift kaburga kemiği bulunur. Kaburga kemikleri arkadan omurga kemiği ile bağlanır. Ön taraftan ise göğsümüzün tam ortasında yer alan göğüs kemiğine bağlanırlar. Ancak bu bağlanma, 7 çift kaburga için söz konusudur. 3 çift kaburga kemi­ği ise kendi aralarında birleştikten sonra yedinci kaburga kemiğine bir kıkır­dakla bağlanırlar. En son iki çift kaburga önde göğüs kemiğine bağlanmaz, uçları serbesttir.
Omurga, birbiri üstüne binen ve ortası delik olan 33 kemikten meydana gelir. Bu kemiklerin her birine omur denir. Omurlar üst üste gelerek ortada bir boru meydana getirirler. Bu boru içinde omurilik uzanır. Omurlardan meydana gelen omurga beş bölgeye ayrılır. Bunlar, Boyun Böl­gesi (7 omur), Sırt Bölgesi (12 omur). Bel Bölgesi (5 omur), Sağrı Bölgesi (5 omur) ve Kuyruk Sokumu Bölgesi (h omur)’dir.
3) Kol ve Bacak Kemikleri ile Bunları Gövdeye Bağlayan Omuz ve Kalça Kemerleri : Kol kemikleri (bir kolda) ; pazı kemiği (1), yan yana dirsek ve önkol kemiği (2), el bilek kemiği (8), el tarak kemiği (5) ve el parmak kemiğinden (14) meydana gelir.
Bacak kemikleri (bir bacakta) ; uylukkemiği (1), diz kapağı kemiği (1), yan yana kaval kemiği ve baldır kemiği (2), ayak bilek kemiği (7), ayak tarak kemiği (5) ve ayak parmak kemiğinden (14) meydana gelir.
Omur kemikleri (bir kemerde) ; köprücük kemiği (1) ve kürek kemi­ğinden (1) meydana gelir.
Kalça kemeri; üç kemiğin birleşmesiyle bir leğen meydana gelir.
Eklemler
Kemiklerin birbirine bağlanma yerlerine eklem denir. Bütün kemik­ler birbirine aynı şekilde bağlanmazlar. Çünkü kolayca görüldüğü gibi kafa­tasındaki kemiklerle kol ve bacaklardaki kemiklerin bağlantısı aynı değildir.
Eklemler; oynamaz eklemler, yarı oynar eklemler, oynar eklemler olmak üzere üç kısımda incelenirler.
1) Oynamaz Eklemler: Kafatası kemiklerinin meydana getirdiği eklemlerdir. Kemikler testere dişi gibi sıkıca birbirine geçmiş­lerdir
2) Yarı Oynar Eklemler: Omurgada omurlar arası eklemler yarı oynar eklemlerdir.
3) Oynar eklemle : Kol ve bacak kemiklerinin yaptığı eklemler oynar eklemlerdir. Bu sayede yürür, koşar, çeşitli hareketler yaparız.
Sürekli hareket sebebiyle eklem yerlerindeki kemik uçlarında bir aşınma olmaktadır. Çünkü kol ve bacaklardaki eklem yerlerinde bir eklem kapsülü vardır. Bu eklem kapsülü yumuşak, kaygan bir sıvı ile doludur. Ayrıca eklem yapan kemiklerin uçları esnek bir kıkırdak tabakası ile örtülüdür. Bu sayede kemiklerin uçları değmez ve aşın­maz.
b) Kaslar ve Hareket
Kemiklere ve iç organlara hareket yeteneğini veren yapıya kas diyoruz. Mekik şeklinde hücrelerin meydana getirdiği kas dokusu insan vücudunun bütün hareketlerini sağlar.
Kaslar yapı ve fonksiyonlarına göre ikiye ayrılırlar.
Çizgili Kaslar
İrademizle hareket eden kaslardır. İskeleti kaplayan lif dediğimiz yapı, çizgili kaslardan meydana gelir. Mekik şeklindeki çok sayıda kas hüc­resi kas liflerini meydana getirir. Kas lifleri, üzerinden bağ doku ile paket­lenmiştir. İskelet kasında, kasın iki ucu iki faklı kemiğe tipik bir şekilde bağ­lanır ve kasın kasılmasıyla kemiklerden birini ötekine doğru çeker. İki kemik arasında eklem, bir kaldıraç sisteminin dayanma noktasını meydana getirir.
Çizgili kaslar, isteğimizle hareket eden kaslar olup hareketlerini beyinden gelen sinirler idare eder. Çizgili kas olup da irademiz dışında çalı­şan kalp kası ise bir istisna teşkil eder.
Düz Kaslar
Düz kaslar, çizgili kasların tersine, irademiz dışında hareket ederler. Bu kaslar mide, barsak gibi iç organlarımızın yapısında yer alırlar. Damar­ların çeperlerinde yer alan ve kanın damarlardaki akışını kolaylaştıran kaslar da düz kaslardır. Bu kadar çok çalışan kaslar gerekli enerjilerini glikozun aerobik (oksijenli) yıkımından sağlarlar. Kas hücrelerinde glikozun aerobik yıkımını sağlayan bol miktarda mitokondri bulunur ve glikoz yıkımından bol miktarda ATP sentezlenir

Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir

İslamda Cinsel İlişkinin Yasak Olduğu Zamanlar

Yüce Allah evli eşlerin karı-koca hayatını meşru kılmıştır. İslamî edep sınırları içinde kalan eşlerin, kendi arasındaki cinsel hayatının ayıplanma ve kınanma yönünün bulunmadığı da belirtilmiştir. (bk. el-Mü’minûn, 23/6.) Ancak özellikle kadını fizik ve ruh sağlığı bakımından korumak gayesiyle, evli eşlerin cinsel hayatına da bazı sınırlamalar getirilmiştir. Kadının aybaşı ve lohusalık günlerinde, hac’da ihramlı olduğu sürece, dolaylı boşama yöntemleri olan zıhar veya îla, durumunda bunlara ait kefaret cezası yerine getirilinceye kadar kocası ile cinsel ilişkide bulunması caiz değildir. Aşağıda bu yasakları kısaca açıklayacağız.
1) Aybaşı hali:
Hayz arapça mastar bir sözcük olup; kadının aybaşı olması ve aybaşı kanının akması demektir. Bir fıkıh terimi olarak; belli yaşlardaki kadının cinsel organından belli günlerde gelen kanı ifade eder. Türkçede “hayız” yerine; aybaşı, adet, kirlilik, ayhali ve namazsızlık gibi sözcükler de kullanılır.
Bir kadının cinsel organından üç türlü kan gelebilir, a) Hayız kanı. Sağlıklı kadından belli yaşlar arasında gelir, b) Lohusalık (nifas) kanı. Doğumdan sonra belli bir süre gelen kandır, c) Özür (istihaza) kanı. Kadın hastalığı olanlarda görülür. Biz, eşler arasında cinsel birleşmeye engel olan, ilk ikisi üzerinde duracağız. Çünkü özür kanı cinsel birleşme engeli değildir.
Adet görme anormal ve çirkin bir olay değil, normal ve kadının yaratılışının gereği olan tabii bir olaydır. İslam’ın çıkışı sırasında cahiliyye devri arapları adetli kadına arkadan, Hıristiyanlar ise önden ilişkide bulunurlardı. Yahudiler ve Mecusîler ise, böyle bir kadından uzak dururlar, hatta temizlendikten sonra da bir hafta süreyle onlarla bir arada kalmazlar, birlikte yiyip içmezlerdi. (bk. Müslim, Hayz, 6; Ebu Davud, Tahare, 102, Nikah, 46; Döndüren, Delilleriyle, İslam ilmihali,s: 178 vd. Faruk Beşer, Hanımlara özel ilmihal, İstanbul 1989, S: 154vd.)
İslam, kadına ruhî ve fizyolojik sıkıntı veren ve onu küçük düşüren bu alışkanlıkları yasaklayarak koruyucu bazı hükümler getirdi. Aybaşı ve lohusalık süresince kadını cinsel yönden koruma altına aldı.
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, eziyet veren bir haldir. Bu nedenle ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın.” (el-Bakara, 2/222.)
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Bu hayız, Allah’ın Adem (a.s)’in kızlarına yazdığı bir şeydir.” (Buharî, Hayz, 1,7, Edahî, 3,10; Müslim, Hacc, 119,120; Ebu Davüd, Menasik, 23.) Adet gören kadınlardan tam olarak uzak mı, kalınacağını soranlara Allah’ın Resulü şöyle cevap vermiştir: “Cinsel birleşme dışındaki şeyler, normal zamanlardaki gibi yapılabilir” (Müslim, Hayz, 16; Nesaî, Tahare, 18; İbn Mace, Tahare, 12.)
Adetli olan kadının temiz olmayan yönü sadece adet kanıdır. Onun tükrüğü ve teri pis değildir. Pişirdiği yenir ve yemek artığı temizdir. Hz. Aişe’den (ö. 57/676) şöyle dediği nakledilmiştir: “Rasülullah (s.a.s)’ın isteği üzerine ben adetli iken kucağıma yaslanır, Kur’an okurdu.” (Buharî, Hayz, 2, 3; Müslim, Hayz, 15; Nesaî, Tahare, 173,174.) “Adetli iken, kemikli eti ısırır, sonra O’na verirdim. Alır ve benim ısırdığım yerden ısırırdı. Yine adetli iken su içtiğim kabı O’na verirdim, alır ve ağzını benim ağzımı koyduğum yere koyar ve içerdi.” (Müslim, Hayz, 14)
Kadın adet görmeye yaklaşık dokuz yaşlarında, erkek çocuğu ise ihtilam olmaya on iki yaşlarında başlar. Bu durum her iki cinste de erginliğin başlangıcı sayılır. Ancak ay hali veya ihtilam olmada gecikme halinde, çoğunluk müçtehitlere göre on beş yaş her iki cinsin erginlik başlangıcıdır. Artık adet gören kadın veya ihtilam olan erkek namaz, oruç, hac, zekât gibi İslam’ın tüm emirlerinin ve yasaklarının muhatabı olur.
Adet görmenin üst sınırı için açık bir ayet veya hadis bulunmadığı için İslam fakihleri tecrübeye dayanarak değişik yaşlar belirlemişlerdir. Ebu Hanîfe’ye (ö. 150/767) göre elli beş yaş olan bu sınır, Malikîlere göre yetmiş, Hanbelîlere göre ise elli yaştır. Şatiîler adetin devam edebileceği süreye bir üst sınır getirmemiş, bu halin ömür boyu sürebileceğini, ancak çoğunlukla altmış iki yaşında sona erdiğini belirtmekle yetinmişlerdir. (İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtar, l, 279 vd.; eş-Şürünbülalî, Meraku’l-Felah, Mısır 1315, S:23; İbn Kudame, el-Muğnî, Kahire, t.y., l, 363.) Bununla birlikte Hanefîlere göre, nadir de olsa elli beş yaşından sonra gelen kan, koyu kırmızı veya siyah renkte ise adet kanıdır.
Hanefî ve Hanbelîlere göre gebe kadın adet görmez. Çünkü Evtas’ta esir edilen kadınlar için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Savaş esirlerinden hiçbir gebe kadınla doğuma kadar; gebe olmayanlarla ise hayız görünceye kadar cinsel temasta bulunulmasın.” (Ebu Davud, Nikah, 44; Tirmizî, Siyer, 15; Darimî, Talak, 18.) Yine Abdullah b. Ömer (ö. 73/692) adet halindeki eşini boşadığı zaman, Allah elçisi onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Eşini temiz olduğu günlerde veya gebe iken boşasın.” (eş-Şevkanî, Neylül-Evtar, VI, 221; bk. A. b. Hanbel, II, 58.)
Malikîler ve son dönemdeki fetvasına göre İmam Şafiî ise, gebe kadının da kimi zaman adet görebileceğini kabul ederler. Onlar, hayızdan söz eden ayetin mutlak anlamı ile âdetin kadının yaratılışından olduğunu bildiren bazı haberlere dayanırlar. (İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, l, 51.)
Hanefîlere göre hayzın en kısa süresi üç gün üç gecedir. Bundan azı özür kanı sayılır. Ortası beş gün, en uzun süresi ise on gün on gecedir. On günü geçen kanamalar da özür kanı sayılır. Dayandıkları delil şu hadistir: “Bekar veya dul kadın için en kısa hayız süresi üç gün, en uzun süresi ise on gündür.” (ez-Zeylaî, Nasbu’r-Raye, l, 191; krş. Buharî, Hayz, 24; Darimi, Vudû, 88, 89, 94.)
Şafiî ve Hanbelîlere göre en kısa süre bir gün bir gece, en uzun süre ise, altı veya yedi gündür. Malîkiler en kısa süre için bir sınır belirlemezken, en uzun süreyi, kadının durumuna göre otuz güne kadar çıkarırlar. (bk. el-Kasanî a.g.e., l, 39: İbnu’l-Hümam, a.g.e., l, 11; İbn Rüşd; a.g.e., l, 48. vd.; İbn Kudame, a.g.e., 1. 308)
Adetli kadın, adet kanı kesilince boy abdesti alır ve bundan sonra eşi ile cinsel temasta bulunabilir.
2) Lohusalık:
Lohusalık, kadının fizyolojik bakımdan rahatsız olduğu doğum sonrasındaki belli bir dönemi ifade eder. Doğumun arkasından gelen kana “nifas” denir. Kadın gebelik süresince abdestini alır, namazını kılar ve sağlığı için zararlı olmayacaksa farz orucu da tutabilir.
Lohusalığın en kısa süresi için bir sınır yoktur. Bir gün bile olabilir. Çünkü en kısa süreyi belirleyen bir ayet veya hadis yoktur. Bu durumda, onun fiilen var olduğu süreye bakılır. Hanefîlerle Hanbelîlere göre, lohusalığın en uzun süresi kırk gündür. Bundan sonra görülecek kan, özür kanıdır. Delil, Ümmü Seleme (r. anha)’den nakledilen şu hadistir: “Lohusa kadın, Hz. Peygamber döneminde kırk gün kırk gece beklerdi.” (Ebu Davud, Tahare, 119.) Şafiî ve Malikîlere göre, lohusalığın en uzun süresi altmış gündür. Ancak bu süre uygulamada genellikle kırk gün olarak gerçekleşir.
Kadın doğum yapmakla birlikte kan görmeyebilir. Nitekim Hz. Peygamber döneminde bir kadın doğum yapmış ve lohusalık kanı görmediği için kendisine “zatu’l-cüfuf (kanı kuru)” denilmiştir. (bk. el-Kasanî, a.g.e., l, 41-43; İbnü’l-Hümam, a.g.e., l, 129; İbn Abidîn, a.g.e., l, 275 vd.)
Lohusalık süresi içinde görülen temizlik de nifastan sayılır. Örneğin; doğumdan sonra on gün kan gelip, beş gün kesildikten sonra on gün daha kan gelecek olsa, bu yirmi beş günün tamamı lohusalık süresi sayılır.
El ve ayak gibi uzuvları belirmiş olan bir çocuğun düşmesiyle lohusalık hali meydana gelir ve genellikle on-onbeş gün kadar devam eder. Fakat henüz uzuvları belirmemiş bir düşüğe nifas hükümleri uygulanmaz. Bunun düşmesiyle görülen kan üç gün sürer ve daha önce de en az on beş gün temizlik hali devam etmiş bulunursa bu, hayız kanı olmuş olur. Böyle değilse özür kanı sayılır.
Lohusalık süresi içinde bir koca, aybaşı halinde olduğu gibi eşiyle cinsel ilişkide bulunamaz. Aksi halde günahkâr olur ve tevbe – istiğfar etmesi gerekir. Yine lohusa kadın namaz kılamaz, oruç tutamaz. Yalnız tutamadığı oruçları kaza eder. Mescide giremez, Kur’an okuyamaz ve Beytullah’ı tavaf edemez. Bu bakımlardan adetli kadınla lohusa arasında önemli bir ayrılık bulunmaz. Aybaşı veya lohusalık günleri dışında gelen kanın özür kanı sayıldığını yukarıda belirtmiştik. Böyle bir kimseye “özür sahibi” denir. Özürlü kimse her namaz için abdest alır ve namazım kılar, orucunu tutar. Özür kanı hacda tavaf engeli de değildir.
3) İhramlı olmak:
Hacca veya umreye niyetlenen kimsenin “mikat” denilen yerlerden itibaren, daha önce mubah olan bir takım fiilleri kendisine haram kılmasıdır. Dikişli elbise giymek, kokulanmak ve eşi ile cinsel ilişkide bulunmak bu yasakların başında gelir. Ancak kadınlar dikişli giysilerini çıkarmazlar.
Böylece hac veya umre sırasında ihramlı kalındığı sürece evli eşler arasında cinsel ilişki veya buna yol açabilecek sarılma, öpüşme, şehvetle dokunma ve kadının cinsel organına bakma gibi fiiller yasaktır. Ayette şöyle buyurulur: “Kim hac aylarında ihrama girerek haccı kendisine farz kılarsa, hac sırasında kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur” (el-Bakara,2/197.) Ayetteki “refes” sözcüğü, kadınla cinsel teması veya genel olarak erkeklerin kadınların cinsel yönüne olan ihtiyacını kinayeli olarak ifade eder. Bir hadiste şöyle buyurulur: “Kim hac yapar, hac sırasında cinsel temastan korunur ve günah işlemezse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahlarından kurtulur.” (Buharî, Hacc, 4, Muhsar, 9, 10; Müslim, Hacc, 438; Nesaî, Hacc, 4; İbn Mace, Menasik, 3; A. b. Hanbel, II, 229, 410, 484)
Hanefîlere göre, ihramlının nişanlanıp evlenmesi caizdir. Ancak bu takdirde zifaf, hac’dan sonraya geciktirilir. Delil, Hz. Peygamber’in ihramlı iken Meymûne île evlenmesidir. (Buhari, Sayd, 12, Nikah, 30, Megazî, 43; Müslim, Nikah, 46, 47, 48, Tirmizî Hac, 24.) Çoğunluk fakîhler ise ihramlının evlilik akdini geçersiz sayarlar. Dayandıkları delil şu hadistir: “İhramlı kimse evlenemez, kendisi île evlenilmez ve nişanlanılmaz.” (Müslim, Nikah 41-45; Ebu Davud, Menasik, 38, Tirmizî, Hac, 23, Nesaî, Menasik, 91.) Bunlar Hz. Peygamber’in Meymûne ile evlenmesinin ihramlı değilken vuku bulduğunu söylerler. (Tirmizî, Hac, 23,24;.Darimî, Menasik, 21; A. b. Hanbel, VI, 393.)
Hac yapmakta olan kimse Arafat’da vakfeden önce cinsel ilişkide bulunsa haccı fasid olur ve gelecek yıl kaza etmesi gerekir. Ayrıca ceza olarak bir küçük baş hayvanı kurban keser. Cinsel birleşmeye yol açabilecek öpme, şehvetle dokunma gibi fiillerde, boşalma olsun veya olmasın, bir küçükbaş hayvan kurban gerekir. Malikîler dışında çoğunluğa göre bu durumda hac fasid olmaz.
Arafat’da vakfeden sonra, henüz ihramdan çıkmadan eşiyle cinsel temasta bulunmanın cezası ise, büyük baş bir hayvanın kurban kesilmesidir. (Ayrıntı için bk. el-Kasanî, a.g.e., II, 183 vd; ez-Zühaylî, a.g.e., III, 203 vd., Döndüren, a.g.e. s. 593 vd.)
4) Zıhar durumunda keffaretten önce:
Zıhar, dolaylı yoldan bir boşama yöntemi olup, keffaret yerine getirilmedikçe cinsel birleşme caiz olmaz. “Zahr” sözlükte “insanın sırtı” demektir. Bir fıkıh terimi olarak zıhar; kocanın karısına; “Sen bana annemin sırtı gibisin, yani haramsın” diyerek yaptığı bir yemini ifade eder.
İslam’ın gelişi sırasında, arap toplumunda eşine kızan bir erkek yukarıdaki sözlerle onu kendisine haram kılar, fakat asıl niyetini ortaya koyuncaya kadar da evlilik askıda kalırdı. Ne evli, ne de bekâr durumuna düşen kadın için zıhar, sıkıcı bir hal idi.
Ashab-ı kiramdan Evs b. Samit (r.a), eşi Havle binti Sa’lebe’ye kızarak, “Sen bana annemin sırtı gibi ol” der ve evi terkeder. Eşi, Hz. Peygamber’e başvurarak yaşlılığını, yoksulluğunu ve çocuklarına bakacak durumunun olmadığını bildirir ve bu çeşit boşamaya bir çare bulunmasını ister. Bu arada Yüce Allah’a da dua eder. Rasülullah (s.a.s) kendisine “Allah’tan kork, Evs senin amcanın oğludur. Ona iyi davran” diyerek öğüt verir.
Bu olay üzerine Mücadele Sûresi’nin ilk dört ayeti indi. Böylece zıhar konusu çözüme bağlandı. Buna göre; zıhar yapan kocalar kınandı. Bununla birlikte pişman olup da sözlerinden geri dönmek isteyen koca için de “keffaret” cezası getirildi. Erkek yeniden eşine dönmek isterse, cinsel birleşmeden önce oruç keffaretinin benzeri bir cezayı yerine getirmek zorunda idi. Bu da önce köle azat etmek; buna güç yetiremezse, peşpeşe iki ay oruç tutmak; buna da güç yetiremezse altmış yoksulu doyurmaktan ibarettir. Nitekim Hz. Peygamber, ayetlerde öngörülen cezayı Havle (r. anha)’ye bildirdi. Fakat o, kocasının yoksulluğu ve yaşlılığı nedeniyle ne köle azadına, ne 60 gün oruca ve ne de 60 yoksulu doyurmaya gücü yetmeyeceğini bildirince, Allah’ın Rasulü (Bir sâ, 2,917 kg.lık ağırlık ölçüsü), Havle binti Salebe 60 sa’ hurma verdi. Bununla Havle 60 yoksulu doyurup keffareti yerine getirdi ve eşinin yanına döndü. (bk. Buharî, Talak, 23; Ebu Davud, Talak, 17, Nesaî, Talak.)
Bu duruma göre zıhar, keffareti yerine getirilinceye kadar bir cinsel birleşme engelidir. Bununla birlikte zıhar, eğer boşama niyeti ile yapılmışsa bir “bain talak” (bk. ileride boşama konusu), zıhar kastedilmişse, zıharın sonuçları ortaya çıkar. Bir niyet söz konusu olmaksızın, sadece eş başka birisine benzetilmiş olursa, herhangi bir hüküm doğmaz.
5) İlâ durumunda keffaretten önce:
İlâ; evlilik akdini sona erdirebilen bir yemin çeşididir. Bir fıkıh terimi olarak; kocanın eşiyle cinsel birleşmeyi yemin, adak veya bir şarta bağlayıp, belirli veya belirsiz bir süre kendisini bundan menetmesini ifade eder. Mesela; “Allah’a yemin olsun ki, şu kadar süre veya süresiz olarak sana yaklaşmayacağım”, veya “Seninle cinsel temasta bulunursam, üzerime hac farz olsun” yahut “Seninle bir araya gelirsem, evliliğimiz sona ermiş olsun” gibi ifadelerle “ila” gerçekleşir.
İslam’dan önceki arap toplumunda ila yemini kadını baskı altında tutmak, ona zarar ve sıkıntı vermek için başvurulan bir yöntemdi. Kimi zaman eşlerin birbiriyle ilişiğini kesmesi bir, iki yıl veya daha uzun süre devam ederdi.
İslam ila süresini dört ayla sınırladı ve bu konuda eşlerin birbirine dönüşünü kolaylaştırdı. Ayette şöyle buyurulur: “Kadınlarına yaklaşmamağa yemin edenler dört ay beklerler. Eğer bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse şüphesiz ki Allah her şeyi çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Eğer boşamayı kastederlerse, şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir.” (el-Bakara, 2/290 vd.)
Hz. Aişe (r. anha)’dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Allah’ın Rasulü bir ara eşlerine ilâ yaptı, yani helali haram kıldı, arkasından da haramı helal yaptı ve yemininden ötürü keffaret verdi.” (Buharî, Savm, 11, Salat, 18, Nikah, 9, 92, Talak, 21, Eyman, 20, Mezalim, 25; Tirmizî, Talak, 21; Nesai, Talak, 32)
İla’da eşler, yemin keffaretini vererek, ya da adak veya şartı üstlenerek, süreyi beklemeksizin bir araya gelebilirler. Ancak eşler barışmaksızın dört ay geçmiş olursa, hanefîlere göre evlilik, kendiliğinden “bain talak”la sona ermiş bulunur.
Çoğunluk müctehitlere göre ise bu son durumda evlilik kendiliğinden sona ermez ve şu alternatifler doğar: a) Eşler barışıp evliliği sürdürebilir, b) Koca, eşini boşayabilir. c) Bu iki şıktan birisi gerçekleşmezse kadın hâkime başvurarak evliliğe son verdirebilir. İla yöntemiyle ortaya çıkan boşama türü “rıc’î (cayılabilir) talak” tan ibarettir.
İla’nın keffareti, yemin keffareti ile aynıdır. Bu da on fakiri doyurmak veya giydirmek yahut bir köle azat etmek; eğer bunlara güç yetmezse peşpeşe üç gün oruç tutmaktır. (bk. el-Kasanî, a.g.e., III, 162, İbnü’l-Humam, a.g.e., III, 182 vd.; İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 99 vd.)
Bu içerik internet kaynaklarından derlenmiştir